(İŞBAŞI gazetemizin Ağustos sayısının ilk sayfa yazıları:)
Grev Yasaklarını Grevle Aşalım!
Burjuvazi karlarını çoğaltmak ve egemenliğini garanti altına almak için işçi sınıfına, emekçilere doludizgin saldırıyor. Bu saldırıyla işçi sınıfının örgütlenme, grev, sendika, toplu sözleşme vb. bütün kazanımları elinden alınmaya çalışılıyor. İşçi sınıfı bu hakları, yasal olup olmadığına bakmaksızın mücadele ederek, grevle, eylemle burjuvaziden söke söke kopardı. Polis copu, biber gazı, jandarma dipçiği, işten atılma ve hapsedilme tehditlerine karşın bugün de aynı yolu izleyerek, yasaklara karşı görev ve eylem silahını kullanarak cevap veriyor, verecektir.
Bu mücadelede işçi sınıfının, emekçilerin dayanak noktası yasallık değil, haklılıktır. Çünkü haklı olan işçi sınıfıdır.
*********
Darbenin Bir Yılı
15 Temmuz darbesinin üzerinden 1 yıl geçti. Darbenin hemen ardından burjuva partilerin yanında, içinde sosyalist parti ve grupların da olduğu birçok örgüt 15 Temmuz darbesinin engellendiğinden dem vururken, Söz ve Eylem yayınladığı bildiriyle 15 Temmuz “darbe girişimi”nin gerçek darbeyi örtmek için bir mizansen olduğunu belirtti. Aradan geçen bir yıllık süredeki gelişmeler Söz ve Eylem’in bu tespitini doğruladı.
Doğrudan bir darbeyi birçok nedenle göze alamayan burjuvazi 15 Temmuz sahte darbe girişimini tezgahlayarak sadece gerçek darbeyi örtmeyi başarmakla kalmadı; darbeyi “demokrasinin korunması” mücadelesi olarak gösterme olanağını da elde etti. Bu mizansenle burjuva siyasal partiler yanında halkın önemli bir bölümü de “Yenikapı ruhu” ile burjuva darbenin arkasına alındı. Sosyalist hareketin önemi kesimi tam bir kafa karışıklığı içerisinde Fethullahçı darbe girişiminin karşısında olduğunu açıklayarak,“Yenikapı Ruhu”nun bir parçası olan CHP’nin Taksim mitingine katılarak; burjuvazinin, Tayyip Erdoğan’ın bu mizansenine alet olmaktan kurtulamadı.20 Temmuz’da ilan edilen olağanüstü hal ile sosyalist hareketteki bu kafa karışıklığı dağılmaya başladı, bugün ise her şey gün gibi ortada.
Devletin ordusuyla, istihbarat örgütleriyle, iktidarıyla planlayıp uygulamaya koyduğu darbe girişimini Erdoğan’ın “Allah’ın bir lütfu” olarak nitelendirilmesi, hem darbe girişiminin bir mizansen olduğunun, hem de darbenin başarıya ulaştığının bir itirafıdır.
Söz ve Eylem 20 Temmuz’da yayınladığı bildiride, gerçekleşen darbenin klasik bir darbe olduğunu, bundan önceki askeri darbelerden tek farkı olarak darbenin başında rütbeli generallerin değil de “rütbesiz generallerin” bulunduğunu ve yetkileri gasp edilen kapısı açık bir parlamentonun olduğunu; Erdoğan’ın uzlaşmazlığa düştüğü Fetullah’la bir iç hesaplaşmayı içerse de darbenin gerçek hedefinin işçi sınıfı, emekçiler ve Kürt halkı olduğunu açık bir şekilde ortaya koydu. Gelişmeler; kanun hükmünde kararnameler ile parlamentonun tüm yetkilerinin elinden alınması, Kürt parlamenterlerin tutuklanması, Kürt halkına yönelik soykırım, işten atılmalar, tutuklamalar, işkenceler, sendika ve derneklerin kapatılması, Kürt ve sosyalist basının susturulması; bu tespitlerin doğruluğunu ortaya koydu. Burjuvazi bu darbe yönetiminden oldukça memnun. Erdoğan’ın iş adamlarına “OHAL’i iş dünyası için getirdik. Var mı iş dünyasında bir sorun?” demesi de yine bu darbenin sınıfsal niteliğini ortaya koymaktadır.
Bundan önceki darbelerde yaşandığı gibi, önce gözaltı süreleri 30 güne çıkarıldı. Bu şekilde kötü muamele, işkence ve hak ihlallerinin önü açıldı. Daha sonra bu süre indirilmiş olsa da halen gözaltı süreleri tutuklulukla yarışacak vaziyette. Tutuklanma ise hüküm giymekten farksız. Herhangi siyasi bir davanın duruşmasının görülmesi aylarca sürebilmekte.
Saldırının asıl hedefini yukarıda da bahsettiğimiz gibi devrimci hareket, işçi sınıfı ve Kürt özgürlük hareketi oluşturdu. Kürt özgürlük hareketinin vekilleri tutuklandı, siyasetten uzaklaştırılmaya çalışıldı. HDP devletin yetkili ağızlarınca ‘terör örgütü’ ilan edildi. Yasal alanda Kürt hareketinin siyaset yapmasının önü hızlı bir şekilde kesilmeye başlandı.
Diğer yandan, işçi sınıfı için artık herhangi bir yasadan söz etmek mümkün değil. İşten çıkarmanın oldukça kolaylaştığı, hatta yığınsallaştığı bir dönemde işçilerin yasal güvenceye sığınmak gibi bir seçeneği yok. Özellikle kamudan ihraç edilen on binlerce çalışan bize bunu gösteriyor. Toplu iş sözleşmelerinin gündeme geldiği dönemde grevler ardı ardına yasaklanıyor. KHK’lar ile çalışanlar güvencesizleştiriliyor.
Bütün burjuva klikler (CHP, MHP, BBP gibi) zaten 20 Temmuz’da iktidarın yanında olduklarını açıkça beyan etmişti. MHP bunu organik bir birliktelikle taçlandırırken, CHP düzenin, devletin bekası adına biraz daha mesafeli olarak aynı cephede yerini aldı. CHP’nin bu süreçte devletin bekası adına üstlendiği misyon sadece “Yenikapı ruhu” ile sınırlı değildir. 16 Nisan hileli referandumunda “kaos çıkar” endişesi ile halkı sokağa çıkmaktan imtina etmeye çağırması da bu tarihsel misyonun bir gereğidir. CHP’nin birçok sosyalist parti ve örgütte heyecan yaratan Adalet Yürüyüşü de bu misyonun bir uzantısıdır. CHP’nin derdi AKP iktidarı ile birlikte ayyuka çıkan adaletsizlikler, baskılar, tutuklamalar, işkenceler değil; bunların siyasal istikrarsızlık içerisinde yüzen kapitalist düzen için taşıdığı tehdittir. Bu yürüyüşlerle CHP hem hileli referandumu meşrulaştırmış, hem de 2019 seçimlerine hazırlık yaparak devletin bekası için görevi üstlenmiştir. CHP’nin her fırsatta kontrollü darbe olarak nitelendirdiği darbeyi AKP ile birlikte demokrasi adına kutlaması tam da bu misyonun bir gereğidir.
CHP’nin darbeden bu yana izlediği bu siyasette mantıklı çelişkileri olsa da, üstlendiği misyon açısından herhangi bir tutarsızlık yoktur. Tutarsızlık bir gün CHP’yi burjuva partisi, öteki gün ise demokrasi mücadelesi gücü olarak gören ve onun arkasında saf tutanlardadır.
Son bir yılda yaşananlar göstermiştir ki, Türkiye’deki sermaye iktidarının, kapitalizmin uluslararası genel krizinin bir yansıması olarak yaşadığı kriz kısa vadede sonlanmayacak. Kriz derinleşip yönetememe krizine dönüştükçe, burjuvazinin çeşitli fraksiyonları arasında birleşme ve çelişkiler de kendini farklı biçimlerde ortaya koyacaktır. Bir yandan maskeler düşer, baskı ve sömürü katmerleştirilirken, işçi ve emekçileri yıldırmak ve aldatmak için yeni yol ve yöntemler denenecek, taze güçler devreye sokulacaktır, sokuluyor.Bu kaos ortamından çıkış ancak burjuvazinin halkı sindirmek ve aldatmak için giriştiği bütün manevraları deşifre eden, kitlelere gerçekleri usanmadan açıklayan devrimci bir politikayla mümkündür. Bunun birinci koşulu ise burjuvazi içinde güç aramaktan vazgeçip, bağımsız devrimci bir ideolojik, politik ve örgütsel hattın oluşturulmasıdır.
Bugün darbe koşulları yaşanan Türkiye’de, emekçi yığınlar için baskı ve sömürünün ortadan kalkması, ancak yığınların bilinçli eylemi ve bunları ileriye taşıyacak olan devrimci bir siyasetle mümkün olacaktır.
****************
Mücadeleye Devam! – Tahir Ozan
AKP iktidarı sermaye sınıfı için birçok yeni fırsat ve birçok olanak sağlarken, bu iktidarın işçi ve emekçilerini içine sokmaya uğraştığı cendere ise gitgide dayanılmaz bir hal almaktadır.
Bu gün işçi sınıfı, tarihinin belki de en ağır saldırılarından biri ile karşı karşıyadır. Kıdem tazminatının gaspına yönelik adımlar, devlet zoruyla kiralık işçiliğin yaygınlaştırılmaya çalışılması, hafta sonu tatilini kaldıran yasalar, grev yasakları, OHAL koşullarında demokratik hak ve özgürlüklerin yok sayılması sonucu işçilerin grev gibi en temele haklarının gasp edilmesi.
Yine bu tür adımların yanı sıra örgütlenmek isteyen, haklarını arayan işçiler, sudan bahanelerle fabrikaların önüne konulmaktalar. Binlerce kamu emekçisi işlerini kaybetti. Yine yüzlerce bilim emekçisi bulundukları üniversitelerden soruşturmalarla, açığa almalarla, KHK’ lar ile işlerinden edildiler.
Ülke tarihindeki darbelere bakacak olursak eğer, bu dönem sudan bahanelerle işten uzaklaştırılan emekçi sayısı hiçbir darbede bu kadar yüksek rakamlara ulaşamamıştır. 29 Aralık KESK eylemlilik süreci ve “FETÖ” operasyonları bahane edilerek, demokratik haklarını kullanan binlerce emekçi işlerini kaybetmiş oldu. Bu gün yaşananlara bakıldığında, tüm bu olan bitenin, tüm eski darbelere rahmet okuttuğu acımasız çıplak bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
OHAL uygulamaları adına binlerce insan işlerini kaybetmekte, baskı ve terör her geçen gün daha da artmakta, fabrikalarda, işletmelerde kapitalistlerin keyfi uygulamaları alabildiğince sıradanlaşırken, hak arama talepleri işten atılma tehdidi ile engellenmeye çalışılıyor. İşçiler, emekçiler korkutularak başlarını kaldırmadan çalışmaya zorlanıyorlar. Her tür örgütlenme girişimi işten atmalarla cezalandırılırken, kalan işçilerin, emekçilerin payına da gözdağı ve baskılar düşüyor.
Bir ülkenin Cumhurbaşkanı, OHAL’ siz bu ülkeyi yönetemeyeceklerini itiraf etmekte bir sakınca görmüyor. OHAL’ ı kaldırmayacağız diye sağa sola emirler verirken, daha MGK devam ederken, sanki karar süreci tamamlanmış gibi hemen meclise gönderilmesi ve meclisten jet hızıyla OHAL’ın uzatılmasının geçirilmesi iktidarın ne ölçüde zorlandığını gösteren önemli bir olgudur. Ayrıca kapitalistlere, OHAL’ den dolayı grevleri nasıl yasakladıklarını, onları nasıl koruduklarını pervasızca anlatırken OHAL’ ın, KHK’ ların kapitalistlerin işine yaradığını kanıtlamaya çalışıyor.
Ülke kocaman bir hapishaneye çevrilmek istenirken, OHAL’ın kime karşı ilan edildiği de aslında itiraf edilmiş oluyor. Sermaye AKP eliyle her türlü sömürü, baskı mekanizmaları ile birlikte esnek çalışma ve güvencesizliği yaygınlaştırırken, sürecin aspirini olarak da dinsel ideolojiler yaşamın her alanına doğru taşınmaya çalışılmaktadır. Toplumsal muhalefetin yok edilmek istendiği bu ülkede, işçi sınıfı ve emekçilere kölelik şartları dayatılmaya çalışılıyor. İşçileri ve emekçileri hak arama mücadelelerinden men etmeye yönelen iktidar, Kürt halkının taleplerini ise terör yaftası ile ırkçı söylemlerle boğmaya çalışmakta, ya da onların sesinin olabildiğince duyulmaz olması için her türlü yöntemi denemektedir. Toplumsal yapıyı, Nazi Almanya’sında olduğu gibi biat ettirilmiş, kişiliksizleştirilmiş bir yığına çevirmeyi hedefleyen bu olağanüstü hal rejimi, yüksek karları ancak bu şekilde garanti altına alabileceğini düşünmektedir.
Ancak işçi ve emekçiler, hakları için direnmeye devam ediyor. Metal sektöründe OHAL yasaklarına karşı işçilerin direnişi, Şişe ve Cam işçilerinin sokağa çıkarak haklarını aramaya çalışmaları, son olarak PETKİM işçisinin her türlü yalnızlaştırmaya karşı direnişteki ısrarı, tek tek işçilerin işlerini geri alma ve hak mücadelesi sürmektedir. Yine Kamu Emekçileri, İstanbul, Ankara ve İzmir gibi illerde meydanlarda hakları için seslerini duyurmaya uğraşıyorlar. Ayrıca kamu emekçilerinin yüz akı olarak Nuriye Gülmen ve Semih Özakça KHK ve ihraçlara karşı direnişin sesi olmaya devam ediyorlar. Açlık grevinin 140 gününü geçen direnişleri yaşamları açısından kritik bir eşiğe doğru giderken işlerini kaybetmiş binlerce emekçinin umudu olmayı sürdürürlerken” işimi geri istiyorum” talebi, temel bir talep olarak bütün işçilerin talebi haline gelmektedir. Bu gün pervasızca baskıya karşı teslim olmayan, direnmenin yollarını arayan bütün işçi ve emekçiler öfke ve tepkilerinin mayalandığını, gitgide toplumun geniş kesimlerine doğru bu tepkilerin yayıldığını bilerek umudu büyütmeye devam etmelidirler. Mücadelenin gerilemiş görünmesine rağmen, toplumsal yapıdaki çelişki ve çatışmaların yarattığı tahribatla birleşen öfke ve tepkiler, toplumsal huzursuzluğun artışı ile birlikte mücadeleyi yeniden derleyen, toparlayan süreç olarak önümüze çıkacaktır. Bu gün acil görev olan, bütün direnişlerin gitgide büyümesinin sağlanması, direnişin sahiplenilmesidir. Her grevin desteklenmesi, her direnişin yanında olunması, işini ekmeğini kaybeden emekçilerle dayanışma yollarının geliştirilmesi gitgide umudu artıracaktır. Bu durum ister istemez, geniş emekçi kesimlerin sürece katılmasının önünü açacak önemli bir olgudur. Egemen sınıfa karşı topyekun bir direniş hattı kurulmaya çalışılırken komünistlerin bu alanın öncüsü ve en tutarlı ve kararlı savunucuları olmaları esas düsturdur.
**************
Umut İşçi Sınıfındadır – Ferhat Demir
S |
ınıf hareketi içinde yetişen komünistler, sınıf hareketinin içine yuvalanan komünistler sınıf hareketinin kazanmasına odaklanmış komünistlerdir. Sınıfa güvenle bakmasını bilirler. Sınıfın içindeki çalışmalarını buna odaklar. Bu gün Türkiye’de kendisine devrimciyim diyen hareketlerin çoğunluğunda sınıfa karşı bir güvensizlik hakimdir. Bu sefer de yenilecek, bu sefer de yapamayacak, bu sefer de başaramayacağız. “Sonrası ne olur?” tarzı yaklaşımlar etkin ve baskındır. Bu hareketlerin sınıf içindeki çalışmalarına bakın bu çalışmaların içinde hep sınıfa güvensizlik var. Sınıfı küçümseme var. Ve bu her eylem surecinde, her grev süresinde kendisini göstermekte, birçok defa tekrarlamaktadır. Birçoğu sendikacıların sınıfı yine kandıracağına inanıyor, bir kısmı patronların sınıfı kandıracağına inanıyor, umutla hırsla bunun gerçekleşmesini bekliyor vb.
Bu, tam anlamıyla bir güvensizlik ve teslimiyet yaklaşımı. Sınıfa inanmayan, sınıfın gücünü anlamayan, sınıf bilincinden yoksun kişilerin sınıfı ‘bilinçsiz ve burjuvazinin peşine takılıp giden bir sürü’ gibi görmesinden kaynaklanan bir bakış açısı.
Bu durum, son Akbank grevi sürecinde de böyleydi. Herkes Akbank işçilerinin greve çıkmamasını, burjuva iktidarının grevi erteleyeceğini bekliyordu, biliyordu, istiyordu. Kimse işyerleri temelinde grevi örgütlemeye girişmedi. Kimse mücadele eksenine oturmadı, herkes kös kös grevin yasaklanmasını bekledi. Ve kocaman bir hiçle sonuçlanan güvensizlik ortamı… Bir komünist böyle davranamaz. Komünist, gelecek tehlikeleri görür ve tehlikeleri bertaraf etmek için mücadeleye ve ajitasyona girişir. Tek tek işyerlerinde, tek tek işçilere ulaşır, tek tek bireyleri sınıfın örgütlü gücü olarak sevk eder. Siperleri kazar, süngüleri biler, kum torbalarını, taarruz bölümlerini, mücadele birimlerini hazırlar. Bütün bunlara rağmen yenilgi yaşanıyorsa dönüp nerede hata yaptığını sorgular. Komünistler yenilgiden korkmaz. Biz komünistler düştüğümüz yerden yeni deneyimlerle kalkmasını biliriz. Fakat daha baştan yenilgiyi bekler hiç bir şey yapmazsak burada suç ne sınıfın ne işçilerindir.
Aynı yaklaşım Türk Metal tarafından yürütülen toplu sözleşme sürecinde de geçerli. Bütün olarak sınıfa yönelik politika yapanların politikaları Türk Metal’in işçileri satacağı üzerine kurulu. 100 binin üzerindeki metal işçisinin, Türkiye işçi sınıfının en önemli ve en güçlü bölüğünün ne yapabileceği kimsenin umurunda değil. Toplu sözleşme sürecinin bu işçileri ne kadar bilinçlendireceği, algılarını ne kadar açacağı ve hareketlendireceğini kimse önemsemiyor. Sınıfın bu dönemde komünistlere duyduğu ihtiyacı kimse önemsemiyor. ‘Türk Metal bir an önce satsa da başlıkları atsak, Türk Metal yine işçileri sattı desek bitse 2-3 yıl rahat etsek’e odaklanmış bir yaklaşım.
Türkiye devrimcilerinin büyük çoğunluğunda bu böyle. Belki içlerinde farklı yaklaşan birkaç hareketin olması genel yaklaşımın bu olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu yaklaşıma göre işçi sınıfı sınıf değil sürü şekline geçiyor, bunun farkında değiller. Bu güvensizlikleri kendi yaklaşımlarına yansıyor ve işçi sınıfının bilincini, ileri görüşlülüğünü, sezgisini küçümsemeye, Türkiye’deki işçi sınıfının en az 150 yılda oluşmuş bir deneyim birikimini yok saymaya götürüyor. Burada komünist tavır gösterenler nerede duracak? Tabii ki öncelikle 100 binin üzerindeki işçinin içinde öne çıkmış öncü işçilere ulaşacak, her fabrikaya ulaşacak, fabrikalardaki taban örgütlenmelerinin kurulmasına uğraşacak bu örgütlenmelerde komünistlerin öncü işçileri aktif olarak sevk etmesini ve yönetmesini sağlayacak, sonra da MESS’i yenecek. Bunun olanakları var mı, var. Bursa’dan başlayan metal işçileri mücadelesi döneminde öncü işçiler kapitalistlere karşı ciddi bir başkaldırı başlattılar. İşçi sınıfının Gezi-Haziran Ayaklanması denebilecek bir dönem yaşandı. Bazı hareketler bu enerjiyi kapitalist sınıflar yerine sendikalara yöneltmek istese de, kalkışma toplu sözleşme düzeninin tamamına yönelikti. Şimdi biz bu örgütlenmeleri yönetemezsek kazanımla bitmiyor. Ya da kazanımı sürdüremiyoruz.
Birçok devrimciye göre işçi sınıfı edilgendir. 3-5 liraya tamah eder, önüne ne konursa ona razı olur, gerici söylemlerle donanır ve dincilere inanır. Tembellik yapar, okumaz, kendini geliştirmez, örgütlenmekten kaçar vb. vb.
İşçi sınıfı geleceğimizdir / işçi sınıfı umudumuzdur!
Bu sefer metal işçisi kazanacak, bu sefer işçiler kazanacak, bu sefer biz kazanacağız, bu sefer kapitalistler kaybedecek! Böyle söylemekten niçin korkuyoruz, çekiniyoruz. Yanılırsak diye mi? Ya da yanılmış olmamız dünyanın, sınıf hareketinin sonu mu? Yanılmış olmamız mı çok önemli yoksa sınıf hareketinin motivasyonu mu? Bizim yanılmamamız mı, işçi sınıfının kaybetmesi mi, bizim yanılmamız pahasına işçi sınıfının motivasyonunun ve kazanacağı bir dünya olduğu olgusunun yükselmesi mi?
Hangisi daha önemli, hangisi daha tehlikeli?
Sınıf kendi içinde kaynıyor. Herkesin “sözleşmeler bitti, duruldu” dediği anda metal fırtına koptu. Kapitalistlere karşı iş ve yaşam koşulları temelli çıkan bir başkaldırı birileri tarafından kapitalistlere değil sendikalara yöneltilmeye çalışıldı ve umutsuzluk ve güvensizlik bir kalkışmayı iğdiş etti.
Tüm olumsuzluklara karşın işçi sınıfının kaynaması devam ediyor. Kriz gittikçe büyüyor, işsizlik artıyor; fabrikalar, işyerleri kaynayan birer kazan…
Bütün göstergeler bizden yana. Bütün göstergeler kriz derinleştikçe sınıfın daha da kaynama ihtimali olduğunu gösteriyor. Umudumuzu, işçi sınıfını işaret ediyor. Biz işçi sınıfımıza, geleceğimize güveniyoruz. Düşmanı yenecek sınıfımıza inancımız tam.
Kriz derinleştikçe, mücadele yükseldikçe sınıfın hareketliliği, bilinçlenmesi daha da artacaktır. İşçi sınıfı hareketi yükselecektir. Yükseldikçe bilinçlenme artacak ve kalıcılaşacaktır. Bizim için en önemli tavır sınıfın içine yuvalanmak ve motive etmek, kendimize ve işçi sınıfına umudu, umudumuzu yaymaktır.
Biz ne istiyoruz? İşçi sınıfının kazanmasını. O zaman ne yapacağız? Bütün enerjimizle işçi sınıfının içine gömüleceğiz, kök salacağız, bizim bakış açımızı, bizim umudumuzu işçi sınıfının bakış açısı, işçi sınıfının umudu haline getireceğiz. İşçi sınıfındaki motivasyonun fitilini ateşleyeceğiz. Sınıfı motive edeceğiz ve yöneteceğiz. Unutmayalım ki örgütlü azınlık örgütsüz milyonları yönetmek içindir. Komünistler bunun için var ve örgütlü mücadeleyi savunuyorlar.
Umut ve motivasyon işçi sınıfını besleyecek birinci gıdadır. Örgütü besleyecek birinci gıdadır. Bizim umudumuz bizim birikimimiz bizim inancımız, öncü işçilerin bilinci ve birikimi haline gelecektir, gelmelidir. Bunu başarabildiğimiz anda yol, güçlü olarak açılacaktır.
Kapitalistlerin devri bitti / artık gelecek işçi sınıfının!
Kapitalizm içine girdiği son krizde bocalıyor. Krizden çıkmayı bir türlü başaramıyor. Türkiye tekelci kapitalizmi de krizin içinde ve krizin etkisi daha da artacak. İşsizlik sürekli artıyor, işçi sınıfının iş ve yaşam koşulları gittikçe kötüleşiyor, gerçek ücretler eriyor, yaşamak sürekli daha zorlaşıyor. Burjuvazi krizden çıkabilmek için örgütlülük dahil işçi sınıfının tüm kazanımlarına saldırıyor, işçi sınıfının kazanımlarını kendisi için fon haline getirerek krizden çıkışın, düzeni uzatmanın yollarını arıyor. Başarmanın ve umudu büyütmenin, motivasyonu artırmanın anahtarı burada, Nazım’ın deyişiyle “anlamakta gideni ve gelmekte olanı…”
Mevcut iktidar artık yönetemiyor. Uzunca yıllar süren çabasıyla borca batmış durumda. Artık patlayan inişli çıkışlı krizleri kontrol edemiyor. Döviz sürekli artıyor. 2013 Gezi-Haziran Ayaklanması’ndan bu yana sermaye ve yöneticileri rahat uyuyamıyor.
Yönetememe krizi arttıkça içerde iç savaş girişimleriyle ve dışarda emperyalist savaş çabalarıyla milliyetçiliği büyütmek ve bu süreçte yönetebilme yeteneğini yeniden kazanmak, krizden devrime yol açmadan kurtulmak istiyor.
Kürt sorunu kanayan bir yara olarak devam ediyor. Kürt halkı en temel isteklerinden, özgürlüğünden, dilinden, kazanımlarından ödün vermek istemiyor. En son Newroz’da bunu çok net bir kez daha gösterdi.
İşçi sınıfımız da sürekli direnişlerle, fabrika işgalleriyle mücadele sürecinin içerisinde, en son Birleşik Metal’in grev yasaklarını tanımaması ve grev sürecini sürdürerek kazanması ardından Karabağlar Belediyesi’nde kazanım, bunlarda işçi sınıfı hareketinin geleceğe olan yönünün belirleyen eylemler olmuştur. İşyerleri işgalleriyle, yasaklara karşı yapılan grevlerle sürecin yürümesi, sınıfın birbiri ardına mücadelesi, KHK ile işten atılan üniversite ve kamu çalışanlarının mücadele ve tepki koyma kararlılığı her gecen gün kapitalizmin duvarlarında gedikler açmaktadır.
İşçi sınıfı kazanacak / biz kazanacağız!
İşçi sınıfımızın yüzyıldan fazla zamandır süren mücadelesi ile biriktirdiği bir mücadele deneyimi ve geleneği var. Dünya işçi sınıfından aldığı deneyim ve birikimler var. 1970li yıllardan bugüne sürekli olarak savaşımla biriktirdiği ve geliştirdiği bir deneyim birikimi var. Bu nedenle sınıfımıza güveniyoruz, inanıyoruz. Her türlü oyunu boşa çıkaracak birikime sahip.
Kapitalist kriz derinleştikçe, işçi sınıfının hareketliliği ve mücadeleci ruhu daha çok ortaya çıkacak, komünistlerin sınıf içinde görevlerini yerine getirmesi, krize karşı işçi sınıfı hareketini yönetmeye aday olması, sınıfa inanması ve sınıfla birlikte umudu ve güveni büyütmesi sınıfı harekete geçirecektir.
Kapitalist kriz kapitalizmin ömrünün sona geldiğini göstermektedir. Krize karşı işçi sınıfının alternatifini yaşama geçirme olanağı vardır ve bu sefer işçi sınıfı kazanacaktır.
Kapitalizmin devri bitmiştir / işçi sınıfının devri başlayacaktır!
Yaşanan her şey yeni dönemin yaklaştığını gösteriyor. Umudu büyütme görevi, büyüyen umudu örgütleme görevi komünistlere düşüyor. Bahaneler üretmek, bahanelerle sağa sola saldırmak komünistlere göre değildir. Komünistlerin ufku sınıfın enerjisini büyütmektir. Tersi davrananlar sınıfı ayaklar altında ezmeye çalışanlar, sınıfı yok sayanlar, umudu kıranlar komünistlerin arasına karışmış sermaye ajanlarıdır. Onların istediği kapitalizmin yıkılması değil sınıfın umudunun kırılması ve birbirine düşmesidir.
Kapitalizmi yıkmak, sosyalizmi kurmak istiyorsak işçi sınıfının içinde mayalanacağız, işçi sınıfımıza, öncü işçilere, yılgın devrimcilere umudu aşılayacağız, umudu büyüteceğiz, umudumuzla örnek olacağız. Hedefi ve yolu doğru göstereceğiz.
Umut işçi sınıfındadır.
Gelecek bizimdir.