Tam 35 yıl önce faşist kurşunlara kurban verdiğimiz ve öfkeli, kararlı on binlerce işçinin, öğretmen arkadaşının, gencin omuzlarında yıldızlara uğurladığımız TALİP ÖZTÜRK’ü bugün ( 16 Kasım 2014 Pazar) saat 13.00’te mezarı başında andık.
Saat 15.00’te de özellikle yeğeni sevgili Akın Öztürk’ün sözlü tarih çalışmaları ve derlediği belgelerden yararlanarak yoğun bir emekle hazırladığı belgeseli TÖB-DER Şube başkanlığını yaptığı, şimdi tiyatro olan salonda izledik, Gencimiz, yaşlımız karmaşık duygular yaşadık, gözyaşı döktük ve Talip’in uğruna can verdiği Devrim davasını, bu yarım kalmış türküsünü tamamlamaya, zafere ulaştırmaya söz verdik.
Talip’in arkadaşı olarak lütfedip bana da söz verdiler. Onun mezarı başında kısaca şunları söyledim:
Talip Öztürk bizim yoksul evimizin aziz konuğuydu. Evimize her gelişinde bir aydınlık, sevgi ve dost sıcaklığı getirirdi. O, o zaman henüz 5 yaşında olan kızım Pınar’ın sevgili Talip Amca’sı ve en iyi “arkadaşı”ydı. Ailemiz için çok değerli olmasına karşın bütün bunların genel açısından bir önemi yok elbette. Önemli olan şuydu ki; Talip bereketli bir yağmur gibi karşılaştığı, tanıştığı herkesin üzerine eşit yağardı; gün ışığı gibi herkesi aydınlatırdı.
Bunu sırrı ise onun kimselere benzemeyen doğal, sahici, kibirsiz alçak gönüllü kişiliğiydi. Çocukla çocuk, öğrenciyle öğrenci, büyükle büyük, işçiyle işçi olabilmesi; kim olursa olsun onun içindeki güzel, insani, dayanışmacı, devrimci yanı ortaya çıkarabilmesiydi. Halk adamlığı ve devrimci alçak gönüllülük onda -bir eğitim sonucu kazanılmış bir nitelik değil- doğuştandı, onun doğasındaydı. Talip’ten geleceğe taşınması gereken çok sayıda değerli özellikten biri de bu doğal komünist alçak gönüllülüktür.
Asıl sorular ise şunlardır: Talip Öztürk’ü niçin katledildi? Tüm yaşamı boyunda hangi davayı savundu, hangi dava için toprağa düştü? Ve o bizlere hangi görevin tamamlanması sorumluluğunu devretti?
Bence uğruna yaşamını verdiği dava devrim davasıdır, komünizm davasıdır. Bu dava bence bizden şimdi şunları bekliyor: Öyle bir yapı inşa etmelisiniz ki, bu yapı düşman sınıf burjuvaziden;
* teorik ve ideolojik olarak,
* örgütsel olarak,
* politik olarak tam bir kopuşu gerçekleştirecek
ve bütün kötülüklerin kaynağı olan kahrolası burjuva mülkiyet düzenini devrim yoluyla yerle bir edecek; devrimci iktidar eliyle burjuvaziyi ezecek, sömürü ve sınıfların olmadığı bir yaşam inşa edecek bir karakter taşısın.
Bu dava giderek tüm dünyada sınırların anlamını yitirdiği, tüm bireylerin bütün yeteneklerini çok yönlü olarak son sınırına kadar özgürce geliştirebildiği – yani insanın kendini tam olarak gerçekleştirdiği, insanın doğa ve doğal yaşamla uyum içinde olduğu, bolluk ve barış içinde bir komünist özgürlük dünyası yaratma davasıdır.
Bu yolda ne kadar yol alabilirsek, ancak o kadar Taliplerin kanlarıyla yazdıkları bu devrim manifestosunun gereğini yerine getirmiş olacağız.
80’lerde üzerimizden bir silindir geçti; 90’larda dünya çapında daha büyük bir silindir tarafından ezildik. İşçiler örgütsüz ve sosyalizmden uzakta. Komünist hareket ise dağınık ve işçi sınıfından uzakta ve kafalar karma karışık. Oysa bir komünistin dupduru bilincinden ve saflarında güzel bir dünya için savaştığı örgütünden başka nesi olabilir ki!
İşte bu nedenle bizlere düşen şimdiki görev; komünistlerin devrimci bir program etrafıında ideolojik, örgütsel ve politik birliğini sağlayarak gerçekten devrimci, gerçekten enternasyonalist, yani gerçekten komünist bir savaş örgütü yaratmak; bu örgütü sınıf içinde, gençlik içinde, kent ve kır yoksulları arasında kökleştirmek ve burjuvaziyle dişe diş bir mücadeleye girmek. Yani işçi hareketi ile komünist hareketi devrimci bir sel yatağında toplamak ve bütün muhalif güçleri sınıfın etrafında birleştirerek burjuvaziyle amansız bir mücadeleye girmek.
Örgütsüzlüğün insanlarımızı takatsiz düşürdüğü, dağınıklığın kol gezdiği, ideolojik savrulmanın ve düşmanın ideolojik saldırılarının beyinlerimizi oksitlendirdiği böylesine bir siyasi gericilik döneminde üstesinden gelinmesi elbette çok zor görevlerdir bunlar.
Ne var ki komünist olmak, zorlukların üzerine cesaretle yürümek, imkânsız görünen engelleri örgütlü olarak aşmak demektir. Ve her yeni sorun, çözüm olanaklarıyla birlikte doğar. Şimdi büyük bir devrimci iradeyle kolları sıvayarak cesaretle işe koyulmak; coşku rüzgârlarının yelkenleri şişireceği günleri –yine hazırlıksız yakalandık- dememek için -hazırlamak gerek. Çok zaman kaybettik; bu köhne dünyayı yıkmak ve yepyeni bir özgürlük dünyası kurmak üzere “Andolsun ki yine geleceğiz!” diyerek Taliplerin yarım bıraktıkları türküyü tamamlamak, yani onların bize devrettiği kutsal davayı zafere ulaştırmak için bir an önce taşı taş üstüne koymaya başlamak boynumuzun borcudur.
16 Kasım 2014