TALİP AMCAMIN ANISINA, ÖZLEMLE…


TALİP AMCAMIN ANISINA, ÖZLEMLE…

Evimiz her zaman kalabalıktı. Aslında üç kişilik bir aileydik ama üçümüzün yalnız olduğu çocukluk anım yok gibidir. Babamın dostları, arkadaşları ve yoldaşlarıyla geçerdi tüm zamanımız. Misafir deyince aklınıza şimdiki gibi, anlamsız hazırlıkların yapıldığı, yapmacık gösterişli enstantanelerle süslenmiş misafirlikler gelmesin. Gelişleri ev halkından birinin işten eve dönüşü gibi karşılanırdı. Hepsi amcamdı, teyzemdi, ablamdı, abimdi. Yıllar sonra bile hâlâ anlamsız bulduğum kan bağı hissini o günlerde kaybetmiş olmalıyım. Kırklı yaşlarımı yaşadığım şu günlerde kan bağım olan bir çok insanın adını bile bilmeyişim, birine yakınım diyebilmek için o içtenliği, samimiyeti arayışım o günlerin mirasıdır sanırım.

Bütün gün yaptığım haylazlıklardan sonra erkenden uyuyup kalırdım akşamları. Gece yarısına doğru uykumu alıp uyandığımda salondan gelen sesler ve taze demlenmiş çay kokusu içimi huzur doldururdu. Çocukluğunu hatırlayanlar bilir, gece uyanan bir çocuk için en can sıkıcı şey, evde hayatın durmuş, herkesin uyuyor olmasıdır.  Ben bunu pek yaşamadım, amcalarım ve teyzelerim az uyurdu, geceleri evimiz gündüzlerden daha hareketliydi. Pek anlayamadığım şeyler konuşurlardı, anlamazdım ama önemli şeyler konuşulduğunu yüzlerindeki endişeden anlardım. Bu gecelerin bazılarında Talip Amcam da olurdu.  Uyku mahmuru gözlerim, paçasının biri sıyrılmış pijamam ve elimde sürüyerek taşıdığım peluş zürefamla salona girdiğim zaman o endişeli yüzü bir anda umut dolu bir gülümsemeyle aydınlanırdı. Konuşmaya kaldıkları yerden devam eden olursa tatlı sert bir ses tonuyla uyarırdı: “Pınar da aramıza katıldı.” Bir süre gündem ben olurdum. O birkaç dakika önce dünyanın geleceğini konuşan, endişeyle çözümler arayan kocaman insanlar bir anda benim anlattığım çocuk saçmalarıyla ilgilenmeye başlarlardı. Önemseniyordum, o zaman buna böyle dendiğini bilmiyordum ama adı her neyse hoşuma gidiyordu. Talip Amcam hemen kalkıp camı aralar, eliyle sigara dumanlarını camdan kovardı. Sigaranın benim için iyi bir şey olmadığını ilk o davranıştan anlamıştım.

Olmazı oldurmaya çalışan arsız çocuk tutturmalarım pek yoktu, halden anlayan bir çocuktum ama yine de her çocuk gibi bazen bir şeyleri çok istediğim olmuştur. Bir gün İKD çıkışında şu anda ne olduğunu hatırlayamadığım bir şey istedim annemden. Almadı ya da alamadı. Tutturmadım ama üzüldüğümü hatırlıyorum. Sonra Talip Amcayla karşılaştık Kızılayda. Hemen anladı üzgün olduğumu. Ben inkar etmeye çalışsam da annem anlattı neden üzüldüğümü. Eğilip yanağımdan öptü “gel seninle her zaman yapamadığımız bişey yapalım.” dedi. Elimden tutup bir oyuncakçı dükkanına götürdü beni. “Hadi buradan en beğendiğin şeyi al”. O an hissettiğim şeyi yazarak anlatmam mümkün değil, her çocuk hayatında bir kez olsun yaşamalı bu duyguyu. Sanırım tüm raflardaki tüm oyuncakları tek tek inceledim, hangisini seçeceğime karar veremediğimden değil sadece o an yaşadığım sevinci uzatmaya çalışıyordum. Sabırla bekledi oyuncağımı seçmemi. Oyuncakçı sıkılmış olacak ki arada bir sarı saçlı, mavi gözlü gözalıcı bebekler gösteriyordu överek. Sertçe uyardı oyuncakçıyı, “Bırakın rahatça seçsin kızım.” Sonra onu gördüm. Sanki yıllarca aradığım birşeyi bulmuşcasına koşarak gidip aldım yöresel kıyafetler giydirilmiş el yapımı o köylü kızını. “Bunu istiyorum.”  Oyuncakçının ve Talip Amcamın neden şaşırdıklarını oyuncakçıdan çıktıktan sonra babama anlatırken anlamıştım. Kız çocuklarının çoğu o yapma sarı saçlı, mavi gözlü gösterişli bebekleri tercih ederlermiş. Ben farklıymışım, özel bir çocukmuşum. Bunları söylemişti Talip Amcam. Sesinden ve bakışlarından anlıyordum bunların övgü olduğunu. Kucağımda sımsıkı sarıldığım köylü kızı bebeğimle eve giderken hep bunu düşündüm. Ben farklıydım ve bu iyiydi. Sıraya ve sürüye katılmayı hayat boyu reddeden, beni ben yapan içimdeki o asi kız o gün doğdu sanırım.

O günden birkaç ay sonraydı, hangi söz dizimi içinde, kimin ağzından, nasıl duyduğumu hatırlamıyorum ama “Talip’i Kurşunladılar.” sözü halen yankılanır kulağımda. Kurşunlanmanın ne olduğunu anlamış mıydım yoksa söyleyenin sesindeki dehşetten mi sezmiştim bilmiyorum ama hissetmiştim Talip Amcamın artık olmadığını. İlk ölümümdü benim, ilk kaybımdı. Köylü kızı bebeğime sarılıp “hayır onu kurşunlamadılar, kurşunlamadılar..” diye ağlayarak isyan ettiğimi hatırlıyorum. Gerçekleri reddederek olanı değiştirebileceğime inandığım yaştaydım henüz.

O geceden sonra uyansam da yataktan çıkıp salona gitmedim geceleri. Sanırım çocuk sevincimi yitirmeye, büyümeye başlamıştım.

Talip Amcam, baba yarım, arkadaşım; seninle daha çok anı biriktirebilmeliydim, daha net hatırlayabildiğim gülümseyişlerin olmalıydı belleğimde, henüz altı yaşındayken öğrenmek zorunda kalmamalıydım, dünyayı daha iyi bir yer yapmak için çalışanlara yaşama hakkı tanınmadığını.

Ve bu dünya çocukları sevenlerin kurşunlanmadığı bir dünya olmalıydı…

Olmalı…

Olacak…

15.11.2016 (Kaybının 37. Yılı) – Ören

Talip Öztürk
Talip Öztürk