Yusuf ERDEM
Belki pek uzun sayılmaz ama
Doğrusu çok yoğun, çok güzel yaşadım.
Henüz gencecik yıllarımda ne çok ölümler öldüm,
ve ne çok hayatlar yaşadım.
Çok ağır yaralar aldım kimi zaman
Ne çok kanadım, ne büyük acılarla kıvranıp durdum.
Çok ayrılıklar, dayanılmaz hasretler de yaşadım.
Daha on yaşındaydı, kızımı bırakıp gittiğimde,
ki yıllarca en çok baba hasretiyle kanadı yüreciği.
Ama en uzun, en derin hasretlerden sonra
En tutkulu ve sevinç gözyaşlarının sel gibi aktığı,
en güzel kavuşmaları da yaşadım.
Kırları, ovaları, yalçın dağları da yaşadım,
Denizleri de, adaları da yaşadım,
Köyleri de, oba ve yaylaları da
Kasabaları ve devasa kentleri de yaşadım
68’leri de, 78’leri de yaşadım ta içinden
Ki o zamanlar başka zamanlardı, zamanın ruhu devrimciydi.
Cesareti, atılımın coşkusunu, bir sel gibi çoğalmayı, bentleri yıkmayı da yaşadık
Ve sonra, yenilgiye, ihanete, korkuya, azalmaya, çürümeye de tanıklık ettik kahrolarak;
Ve yokluğu, yoksulluğu, yersiz yurtsuzluğu, yapayalnızlıkları da yaşadım.
Ve kaçaklığı da, tutsaklığı da.
Ne iyi ki o çetin koşullarda bile
Üstelik sayımız da iyice azalmışken,
Örgütlü olmanın, cesaretin, dayanışmanın, umudun ve yoldaşlığın en görkemlisini de var ettik, bir avuç yoldaş kendi aramızda ve düşmana karşı kavgamızda
Ve umudu diri tuttuk, büyüttük, düşmana inat yeşerttik.
Yıllar yıllar önce şen şakrak, deli dolu, kavgacı ve atak;
Ama bilgi ve bilinçle silahlanmış, başarılarla dolu bir gençliği de yaşadım doyasıya.
Aşkın hüznünü, acısını ve cennetini de
Ayrılığın cehennemini de yaşadım,
ve iyi ki yaşadım, şikayetçi değilim.
Ve en önemlisi de kavganın coşkusunu da,
umutla zafere yürüyüşün sarhoşluğunu da yaşadık,
-ki uzansan dokunacakmışsın gibi zafer çok yakındaydı sanki-
Ve tabii, yenilginin, hatta kavga vermeden teslimiyetin, çözülüp dağılmanın,
ve örgütsüz bırakılmanın ağır hüznünü, onulmaz acısını da yaşadık.
Ve ben çok yorgunum artık,
Bedenim adeta bir yıkıntı,
Bir tarafı onarmaya çalışırken, öbür taraf dökülüyor
Sık sık tamir gören yaşlı arabalar gibi.
hâlâ deli dolu yüreğime ayak uyduramıyor bedenim.
dünyayı ve ödevleri çok net gören bilincime eşlik edemiyor bir türlü
Fakat güzel şeylere de tanık oluyorum şu günlerde:
emekçilerin ve mazlum halkların bereketli toprağında
gencecik fidanlar boy veriyor, tomurcuklanıyor,
taptaze filizler yeşeriyor dallarında
ve toprağın derinliklerine kök salıyor.
Toprağın derinliklerinde öfke birikiyor,
zulme ve sömürüye karşı yiğitçe başkaldırılar çoğalıyor gittikçe.
Giderek firtınaya dönüşen hızlanan taptaze bir rüzgâr;
Korkuları ve yılgınlığı, çaresizlik ve umutsuzluğu silip süpürüyor.
Hiç kuşkusuz bu yükseliş, yaşadığımız cehennemi söndürecek
Ve hayatı yeryüzü cennetine döndürecek.
Bu günleri biz görmesek de ne gam.
Hasılı dostlar, çok güzel, çok yoğun, çok anlamlı bir hayat yaşadım.
Hep sömürü ve zulmün karşında;
her zaman işçi sınıfının, emekçilerin ve mazlum halkların yanında saf tuttum.
Dostlarım dostluğuma güvendi, sınıf düşmanlarım da
amansız düşmanları olduğumdan hep emin oldular.
Çok yanlışlarım da oldu elbet, fakat fark ettiğimde kabul ettim
Ve ders aldım hatalarımdan;
bir düştüğüm kuyuya bir daha düşmeyeyim diye.
Bunca yaşadım, ne iyi ki ve ne mutlu bana ki;
gözlerinin içine dimdik bakamayacağım,
karşılaştığımda gözlerimi kaçıracağım
ve başımı önüme eğeceğim
hiç kimse yok şu yeryüzünde.
Bu da az şey değil hani.
Evet, pek pişmanlığı olmayan, yani keşkesi çok az bir serüven,
yaşanası güzel ve yoğun bir hayat yaşadım.
Çok yorgunum ama, hiç umutsuz ve karamsar değilim;
yani gözüm arkada kalmayacak.
Son nefesime kadar devrimci kalacağımdan kuşkum yok.
Ve hep gücüm yettiğinde iyi, doğru ve güzel şeyler yapmaya,
üretmeye devam edeceğim elbette.
Eski kuşaklardan yaşlı bir devrimci büyüğümüz şunu söylemişti:
“Biz devrimciler, tıpkı körün değneğini bellediği gibi,
hep ‘en başta işçi sınıfı olmak üzere’ sözünü şiar edindik
ve proletarya devrimine inandık.”
Bugün de aynı bilinçte, aynı inançta, aynı kavganın içindeyim;
Ve fakat her an için sonsuz bir yolculuğa,
“Elveda dünya, merhaba kainat!” demeye de hazırım.
Ören, 24 Ağustos 2017