İnsanlarda tek sıcak kanun, üzümden şarap yapmaları, kömürden ateş yapmaları, öpücüklerden insan yapmalarıdır. İnsanlarda tek zorlu kanun, bütün harplere, sefaletlere rağmen kendilerini ayakta tutmaları, ölüme rağmen yaşamalarıdır. İnsanlarda tek güzel kanun, suyu ışık yapmaları, hayali gerçek yapmaları, düşmanı kardeş yapmalarıdır. Hep var olan kanunlardır bunlar bir çocuğun ta yüreğinden başlar yayılır, genişler uzar, gider, ta akla kadar. Paul ELUARD
Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim Şöyle diyebilirim: gece yıldızla dolu Ve yıldızlar, masmavi titreşiyor uzakta Şakıyarak dönüyor gökte gece rüzgarı. Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim Sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara. Kollarıma aldım bu gece gibi kaç gece Kaç defa öptüm onu sonsuz göğün altında Sevdi beni o ben de bir ara onu sevdim O durgun, iri gözler sevilmez miydi ama Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim. Yokluğunu düşünüp, yitmesine yanma-kla Duyup geceyi, onsuz daha engin geceyi. Ota düşen çiy gibi, düşmekle şiir cana Ne gelir elden, sevgim onu tutamadıysa. Gece yıldız içinde, o yoldaş değil bana Hepsi bu. uzaklarda…
Bir an için sen su olduğunu düşün. Su denli özel, su denli yararlı ve su denli çok, tükenmez… İnanıyorum ki gerçekten de öylesin. Ama ister çeşmelerden dökül, ister göklerden yağ, ister nehirler dolusu ak; dibi olmayan bir kovayı dolduramazsın. Yani seni dinlemeyenlere sesini duyuramazsın… Unutma daha çok bağırdığında daha çok dinlenmezsin, gürültünün parçası olursun yalnızca!.. Suyun yanında olanlar suyu en az içenlerdir. Çünkü; “Su nasılsa burada, gerek yok ki suyu kana kana içmeye”diye düşünürler… Tıpkı, sesini sürekli duyanların seni dinlemedikleri gibi! Ormandaki hiçbir hayvan, ırmağın gürültüler koparan yerinden su içmeye çalışmadı şimdiye dek. Hepsi, hep sabahın en sakin anını bekledi; suyun durgun yerlerini bulabilmek için. Gittiler…
Sevgili dostlarım, Benim adıma bir parkorman kurdunuz. Ne yazık ki aranızda değilim. Böyle bir günde birlikte olmak beni çok sevindirirdi. Uzun zamandır çalıştığım kitabımı daha bitiremedim. Türkiye’den, dışarıdan çağrılar alıyorum ve kimseye olumlu cevap veremiyorum. Ailemin memleketi Van’a, benim doğduğum Adana’ya bile gidemedim. Gazeteciliğe Doğu Anadolu’da başladım. İlk yazılarımı Diyarbakır ve Van üstüne yazdım. Birkaç kez çağırmalarına karşın yazık ki oralara da gidemedim. İnşallah bir gün sizlere gelebilirim. Benim adıma bir parkorman kurmanız beni özellikle sevindirdi. Çünkü hemen hemen tüm yazarlık ömrüm doğa ile, orman ile geçti. Bugünlerde ormanlarımızın, doğamızın durumu çok kötü. Batıda yanan ormanları duyuyoruz da doğuda yanan ormanlar üstüne derin bir sessizlik…
Ben bugün okurlarıma, konumuzla ilgili bir belgeyi sunmak istiyorum. Kızılderili Reisi Seattle’in, 1854’te, kendisinden toprak satın almak isteyen ABD cumhurbaşkanına yazdığı mektuptan bir parçadır bu. Kuşadası Belediyesi yayınları arasında 1980 yılında basılmış. Bana bir dostum gösterdi. Dünyamız nerden nereye gelmiş… İbret alınacak bir şey! Washington’daki Büyük Beyaz Reis bizden toprak almak istediğini yazıyor. Bu bizim için çok büyük bir özveri olur. Büyük Beyaz Reis, bize, rahat yaşayacağımız bir yerin ayrılacağını, bize babalık edeceğini, biz Kızılderililerin ise, O’nun çocukları olacağımızı söylüyor. Bu önerinizi düşüneceğiz ama; yine de önerinizi kabul etmemizin kolay olmayacağını itiraf etmek zorundayım. Çünkü, topraklar bizler için kutsaldır. Derelerin ve ırmakların suyu, bizim için,…
ÜÇ BÜYÜK SANATÇI; ÜÇÜ DE DEVRİMCİ, ÜÇÜ DE KOMÜNİST : Nâzım HİKMET, Orhan KEMAL, Ahmet ARİF GERÇEKLİK; BİLİM ve SANAT Marks’ın çok sık andığım bir sözü vardır: “ Eğer görüntüyle gerçeklik tam olarak üst üste çakışsaydı ya da gerçek apaçık ortada olsaydı bilime ne gerek vardı.” Demek ki gerçekliğe ulaşmak için görünenin ötesine geçmek, asıl gerçeği yakalamak için derinliklerdeki bağlantılara ve değişime yön veren dinamiklere erişmek gerekiyor. Bilimsel yöntem ve emekle bu gerçekliği ortaya çıkarıp açıklayıp dupduru bilince çıkarmak olanaklıdır. Görünenin ötesine geçip insanî ve toplumsal gerçekliğe erişebilmenin bir başka yolu da sanatsal yaratıcılıktır. Üstün yetenekli sanatçılar; yaratıcı gücü ve derin sanatçı sezgileriyle bir başka…
“Geçmişle ancak, yaşananların sebepleri ortadan kalktığı zaman hesaplaşmış olacağız.” – Adorno – Bundan tam 31 yıl önce, 12 Eylül 1980 günü ordunun tepesindeki beş general bir darbeyle “emir komuta zinciri içinde” iktidara el koydu. Bu müdahale ile Süleyman Demirel’in Başbakan’ı olduğu hükümet görevden alındı, Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvedildi, 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı; işçi sınıfının, emekten yana tüm güçlerin ekonomik ve siyasal örgütlenmeleri kapatılıp dağıtıldı, yöneticileri de tasfiye edildi. Başta DİSK ve ona bağlı sendikalar olmak üzere birçok sendika kapatıldı ve yöneticileri tu tuklandı. Öncü devrimci işçiler fabrikalardan atıldı. İşçi sınıfı ve emekten yana on binlerce komünist, devrimci demokrat, sosyalist kişi ve örgüt yöneticileri cezaevlerine dolduruldu ve tamamına yakını işkencelerden…
Eflatun, diyaloglarından birinde Mitologya’dan aldığı şöyle bir efsaneyi aktarır: Çok eskiden insan soyu, kadın ile erkek biçiminde iki farklı değil, bir bütün, tek bir varlıkmış. Ve o çağlarda düz ve köşeli şekil ve varlıklardan nefret edilirmiş; en güzel, en gözde, en beğenilen biçim, yuvarlak hatlı varlıklarmış. O çağın insanı da bütün bir elma, bir portakal gibi yuvarlak varlıklarmış ve yuvarlanarak hareket ederlermiş. İnsanlar, her ne yapmışlarsa bir seferinde Olimpos’un ölümsüz tanılarını çok kızdırmışlar. Baba Tanrı Zeus da o müthiş öfkesiyle insanı tam ortasından kadın ve erkek diye iki ayrı parçaya bölmüş. Efsaneye göre, işte bu yüzden tek başına kendini eksik ve çok güçsüz hisseden kadın…
Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü… Örgütlü emekçi kadınlar başta olmak üzere tüm dünya kadınları bu günü kutluyor, 150 yıllık mücadele geleneklerini tazeliyorlar; dünyanın her yerinde alanları doldurup sorunlarını anlatıyor, taleplerini haykırıyorlar. Peki 8 Martın tarihsel arka planı nedir? Bunu acılı ve bir o kadar da şanlı geleneği, hiç unutmamalı ve unutturmamalıyız. Bundan tam 152 yıl önce, yani 8 Mart 1857’de Amerika’nın New York kentinde dayanılmaz çalışma koşullarının düzeltilmesi için çoğu kadın 40.000 tekstil işçisi greve başladı. Bir tekstil fabrikasında direnen işçilerden çoğu kadın tam 129 işçi, içerde çıkan yangında diri diri kavrularak can verdi. Çünkü polis fabrika çıkış kapılarını kilitlemiş ve ayrıca dışarıya…
Türkiye komünistleri, devrimci-demokratları, emekçi halklarımız; hep genç kalan ve hep genç kalacak olan ölümsüz devrimcilerini her yıl olduğu gibi 2012 Mayıs’ında da anacaklar. Denizler, İbrahimler, Sinanlar ve onların silah arkadaşları hem 1 Mayıs alanlarında, hem mezarları başında, hem anma toplantılarında hem de kitlesel yürüyüşlerde anılacaklar, tümünün de devrimci anıları yad edilecek. Ve bu yıl daha büyük bir kitlesellik ve daha büyük canlıkla anacağız yoldaşlarımızı; bu anmalarda bu yıl önceki yıllara göre genç kuşaktan devrimcilerin çok büyük bir kitlesellik ve coşkuyla yer aldıklarını göreceğiz. Bu anma toplantılarında, daha sonra yapılacak bütün soğukkanlı değerlendirmelerimizde ve tüm devrimci faaliyetlerimizde bizce mutlaka bilince çıkarılması, üzerlerine titrenmesi ve kıskançlıkla sahip…