Bu gün 8 Mart 2014 Cumartesi günü. Bugün Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün 104. yıl dönümü. Tüm emekçi kadınların 8 Mart’ını en coşkulu birlik, mücadele ve dayanışma duygularımızla kutluyoruz. Elbette ki öncelikle ve özellikle ; * Kimliği, dili, kültürü, onuru için; tüm Ortadoğu halklarıyla eşitlik içinde özgürce ve kardeşçe birlikte yaşamak büyük bir cesaretle en önde savaşan, bu yolda 40 binden fazla oğlunu ve kızını kurban veren, bu 8 Mart’ta da kent meydanlarını doldurarak oraları rengârenk yerel giysileriyle çiçek bahçesine çeviren ve inanılmaz devrimci coşkularıyla ortalığı inleten Kürt kadınlarının 8 Mart Kadınlar Gününü, * Paris’te karanlık ve “nizami” bir devlet katliamı ile öldürülen devrimci Kürt kadınları…
Sevgili Gülten AKIN abla, ünlü “İLKYAZ “ şiirine şu dizelerle başlar: “İLKYAZ Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı Bakıp kapatıyorlar Geceye giriyor türküler ve ince şeyler …” Yönetenlerin eski araç ve yöntemlerle (baskı, sömürü, zulüm; inkâr, şiddet, imha) yönetemediği; ezilenlerin bir yandan onuru, dili, kültürü, özgürlüğü; bir yandan inancını özgürce yaşayabilme; öte yandan emeği, ekmeği uğruna; barış, demokrasi, özgürlük uğruna direndiği; yani eskisi gibi yönetilmeyi reddettiği; haklar, özgürlükler ve temelde sınıflar mücadelesinin bir hayli sert geçtiği böylesi bir dönemde şiirden söz etmenin çok “naif” bir tutum olduğunu düşünebilirsiniz. Öyle…
“Özü gülenin, yüzü de güler.” -Neşet ERTAŞ- Pablo Neruda; “Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim.” diyor bir şiirinde. Neşet Ertaş ustayı kaybettiğimiz haberini alınca çok derin bir acı duydum ve dedim ki kendi kendime; “ Bu gece en hüzünlü, en acı verici, en yürek kavurucu yazıyı yazabilirim.” Ne var ki hissettiğim karmaşık duygu ve düşüncelerin pek azını aktarabilirim başka yüreklere. Ve ne yazık ki daha fazlasına gücüm yetmiyor. Çünkü yüreğindekini sazına sözüne aktarabilmek ve bütün bunları bütün canlılığıyla başka yüreklere taşıyabilmek ve insanlara bu duyguları yaşatabilmek için Neşet Ertaş olmak gerekiyor. Bu uğurlama yazısında halk türkülerine ve bütün halkların türkülerine tutku derecesinde hayranlık duyan bir devrimci olarak, bilge ozan Neşet Ertaş’ın…
“Dövüşenler, ölenlerin tutmaz yasını” Nazım Hikmet Ran Demokratik öğretmen hareketinin devrimci önderi Talip Öztürk’ü 16 Kasım 1979 günü, yani bundan tamotuz iki yıl önce faşist namlulardan çıkan kurşunlarla kaybetmiş, onu on binlerin elleri üstünde yıldızlara uğurlamıştık. Onu anmak, anarken anlamaya çalışmak ve örnek komünist yaşamı ve kişiliğinden almamız gereken devrimci değerleri genç kuşaklara aktarmak biz yaşlılara düşen bir görev Talip Öztürk’ün; sadelik ve alçak gönüllülüğe sarılmış bir büyüklüğü, bir yüceliği vardı; o nedenle de bu büyüklük, bir halk adamlığı içinde eridiği için kimseyi rahatsız etmeyen, ezmeyen, kendisiyle yakınlaşmayı zorlaştırmayan bir büyüklük ve yücelikti. Talip Öztürk örnek bir devrimciydi ve onun devrimciliği; tepeden tırnağa her hücresinde…
Sevgili Dostlarım, Canım öğrencilerim, Değerli okuyucularım, Yeni yılda tüm yurtaşlarımız ve tüm insanlıkla birlikte; Barışa, kardeşliğe, sevgiye… İşe, aşa, sıcak bir yuvaya… İnsanca ve onurunu koruyarak yaşayabilme olanaklarına… Tüm gençlerimiz için bilimsel, parasız, demokratik, katılımcı bir eğitime… Kitaplara, sanata, bilime, yazmaya ve yaratıcılığa… Güçlünün değil; haklının, adaletin egemen olduğu bir dünyaya… Böyle yaşanası bir kardeşlik, eşitlik, özgürlük dünyası için çabalarımızı yoğunlaştırmaya ve Doğaya ve doğal yaşama saygı duymaya… Büyük düşümüz, büyük hasretimiz; “insanın insana kulluğu”nun yok edildiği bir ülkede, böyle bir dünyada; “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, Ve bir orman gibi kardeşçesine!” Diliyorum ki 2010 YILI, bu büyük düşümüzü, hasretimizi gerçeğe dönüştürme yolunda…
Doğumunun 112. Yıldönümünde Tevfik Fikret’i Saygıyla Anıyoruz “Yerini hiçbir şey tutamaz bu dünyada, Zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın.” Tevfik Fikret (Günümüz Türkçe’sine aktaran: A. Kadir) Tevfik Fikret, şiire getirdiği yeniliklerle modern Türk şirini hazırlayan büyük bir şair; çağını aşan ileri düşünceleri, cesareti, satın alınamaz erdemli kişiliği, muhalefeti ve başkaldırısıyla büyük bir aydındır. Bu nitelikleri onu; gününü ve geleceği derinden etkileyip yönlendiren bir odak haline getirmiştir. Uygarlık değişimini, toplumsal dönüşümü yaşayan bir ülkede her şey, birbirleriyle çatışan (karşıt) yargılara konu olur. Ya bir şeyden yanasınız, ya ona karşısınız. Aydın olarak ikisi arasında bir seçim yapmak zorundasınız. Örneğin ya Abdülhamit’in karanlık rejimine kölece boyun eğeceksiniz, ya da bu baskı…
Sevgili Dostlarım, Canım Öğrencilerim, İçten dileğim odur ki; 2008 YILINDA; DÜNYAMIZ; savaş kışkırtıcılarının ve silah tüccarlarının uğursuz seslerinin susturulduğu, her yanı yakıp kavuran savaş ocaklarının söndürüldüğü; yani savaşa karşı BARIŞ’ın egemen olduğu, Bu nimetleri gökteki yıldızlar kadar çok olan dünyamızda insanların işe, aşa, başını sokacak bir konuta; gelecek, sağlık ve eğitim güvencesine sahip olabildiği, Her biri hepimizin gözbebeği ve Behramoğlu’nun dediği gibi “kimi sarışın bir ışık parçası, kimi kapkara birer üzüm tanesi” olan dünyanın tüm bebeklerinin ve çocuklarının barış ve özgürlük ortamında, sevgiye doyarak, köklü bir eğitimle tüm yeteneklerinin bütün yönleriyle bir fidan gibi serpilip çiçeklenebileği yaşanası bir DÜNYA OLSUN. Acılar ve sancılar içindeki TÜRKİYEmde…
Yusuf Erdem’in 23 Nisan 2006 Pazar günü BKS’nin düzenlediği ÇOCUK ŞENLİĞİ’nde sunduğu açılış konuşması: Çocuklarım, Kardeşlerim, Çocuklarımızın bayramını candan kutluyorum, ve çocuklarımıza, dünyanın tüm çocuklarına tüm bayramları; gelecekte – gerçekten yaşanası, özgür bir Türkiye’de – gerçekten yaşanası, bayram yeri gibi cıvıl cıvıl bir dünyada kutlamalarını diliyorum. Çocukluğumda bir 23 Nisan şiiri vardı; “ Bugün 23 Nisan, Sevinçle doluyor insan” Ülkemin çocuklarını düşünüyorum, dünyanın çocuklarını düşünüyorum da yazık ki yeterince sevinemiyorum. Bu nimetleri gökteki yıldızlar kadar çok dünyamızda; Bir dilim ekmeğe/ bir yudum temiz içme suyuna hasret aç çocuklara Çocuk yaşlarda boğaz tokluğuna ışıksız, sağlıksız ortamlarda çalıştırılan çocuklara, İlaçtan, hekimden, yoksun çocuklara, Sokağa terkedilmiş her…
Ataç, şiir üstüne yazar ya da konuşurken, sık sık, “yapı” sözcüğünü kullanırdı; sözgelişi, “Ozan, sözcüklerle bir yapı kurar,” derdi. Burada “yapı” sözcüğü ile anlatılmak istenen, ilk bakışta ve hele şiir sorunlarına yabancı olanlarca sanılacağı gibi, şiiri eskilerin deyişiyle bir “abide” saymak, böylece de onu göklere yükselen ölümsüz bir kalıt olarak övmek değildir. Başka türlü söylemek gerekirse, “şiirin yapısı” sözünde bir mecaz yoktur; buradaki benzetme, düpedüz taştan, tuğladan, demirden yapılan yapılarla, sözcüklerden kurulan şiir arasındaki öz birliğini göstermek amacını gütmektedir. Eskilerin “inşa” sözcüğü de bu anlamdadır, ama düzyazı için kullanılmıştır. Gerçekten de şiirin, temelli, dengeli, bir ucu öteki ucunu tutar, ağırlıkları eşitçe dağıtılmış, kendi içinde kendine benzeyen, özdeş öğelerden kurulduğu için benzerlikleri dönerek yineleyen, sayıca da…
“Dinleyin ey yarenler, aşk bir güneşe benzer. Aşkı olmayan gönül misali taşa benzer.” Yunus EMRE Aşka dair konuşmak, aşkı tanımlamaya çalışmak, saçmalamayı baştan göze almaktır bence. Ne var ki saçmalamaktan korkup sırf bu nedenle herhangi bir konu üzerinde konuşmamak, yazmamak ise; düşünmemek, üretmemek, anlamaya çalışmamak demektir. Bu ise saçmalamaktan daha büyük bir saçmalıktır. Bu yazıda -elbette kesin sonuçlara varmak gibi, bir saçma iddiada bulunmadan- aşk üzerinde düşünmek, konuşmak ve özgürce saçmalamak istiyorum. Nedir Aşk? Tutkulu bir sevgi mi? Yoksa milyarlarca insan arasından birini seçip onsuz edememek; onu kendisi için en vazgeçilmez, en önemli, en özel bir kişi haline dönüştürmek mi? Shelley, “ Aşk, kendini tamamen unutup,…