Kıyamet Dedikleri


  • Dilbilimci Doğan Aksan hocam, bir kitabında anımsayabildiğim kadarıyla; “Hiçbir yazılı kaynağa başvurmadan bir toplumun yalnızca halk türkülerini inceleyerek o toplumun eksiksiz bir sosyal tarihini yazabilirsiniz.” demekteydi.  Bu seçkin bilim insanının bu sözleri, benim de çalışmalarım sırasında ulaştığım bu düşünceyi zihnimde daha bir netleştirip kesinleştirmişti.
  • Elbette ki o araştırmayı yapan, tarihi yazan kişinin nerede durduğu, olgulara hangi sınıfın gözüyle baktığı ve hangi metodolojiyi kullandığı belirleyici önemdedir. Çünkü egemenlerin yazdığı/yazdırdığı resmi tarih bir kurmacadır; sömürüyü ve sınıflar arasındaki uçurumu gizlemeye çalışan, mücadelelerin sınıf özünü çarpıtan ideolojik bir silahtır. Daha ötesi egemen sınıfın kültürü, o toplumda egemen kültürdür. Ve egemen sınıf elinde tuttuğu devletin zor ve şiddet aygıtı ile en az onun kadar etkili olan ideolojik aygıtını en acımasız ve en ahlaksız biçimde tereddütsüz kullanır. Bu araçlarla sadece baskı ve sömürüye yönelen direniş ve başkaldırıları ezmeye çalışmakla kalmaz, aynı zamanda ezilen ve sömürülenlerin demokratik, dayanışmacı ve devrimci başkaldırı kültürünün yeşeren taze filizlerini ezerek serpilip gelişmesini engeller. Bunun da ötesinde sömürücülerin kültürü ezilenlerin kültürünün içine sızarak onun devrimci özünü felce uğratır.
  • Bütün bu gerçeklerden hareket eden devrimci hareketlerin entelejansiyası (devrimci örgütlü aydınları), en kararlı biçimde ezilen ve sömürülenlerin tarafını seçerek; sınıflar mücadelesinin gerçek toplumsal tarihini gün ışığına çıkarırlar. Aynı zamanda ezilenlerin kültürünü kirleten bulaşıklardan temizleyip ayıklayarak yaşatırlar ve tarih boyunca emekçilerin bütün başkaldırı hareketlerini araştırarak bu tarihsel devrimci özsuyu proletaryanın çağdaş kültürüyle harmanlayıp sentezleyerek bu güne ve geleceğe taşırlar. Bu, ihmal edilemez önemli bir görevdir.
  • Bu uzunca girişi; ezenlerin sömürü kültürüne karşı, ezilenlerin karşı kültürünü, başkaldırı ruhunu ortaya koyan –kuşkusuz çoğumuzun bildiği-  anonim veya söyleyeni belli halk şiirimizin kimi dörtlük ve dizelerini sizlerle paylaşmak için yazdım.
  • Bence Osmanlı tarihinin; reayanın (bütün yoksul üretici köylüler ve sanatkârların) gözüyle en çarpıcı ve en kısa özeti, şu dörtlükte billurlaşmıştır:
“Şalvarı şaltak Osmanlı
Eyeri kaltak Osmanlı
Ekende yok, biçende yok                                               
Yiyende ortak Osmanlı.”
 
Söz buraya gelmişken hemen anımsatalım ki; İzmir-Karaburun ve Aydın yöresinde bir ihtilalci mutasavvıf, bir düşünce ve eylem adamı Börklüceli Mustafa önderliğindeki 1415-1916 yılları boyunca süren ayaklanmanın 600. Yıl dönümü kutluyoruz. Altı yüz yıl önce binlerce ve binlerce yoksul Müslüman çiftçi, Rum balıkçı ve Musevi esnaf;  Osmanlı’nın zulmüne ve dayanılmaz vergi yüküne karşı ve dahi ortaklaşmacı bir kardeşçe yaşamı el birliğiyle inşa etmek için ayaklandılar. Karaburun yiğitleri Osmanlı kuvvetlerini defalarca bozguna uğrattılar. 1416 yılındaki son çarpışmalarında ise yenik düşüp kılıçtan geçirildiler. Ama emekçi halkların başkaldırı tarihine ve geleceğe muhteşem destansı bir örneği armağan ettiler.
Çarmıha gerilen Börklüceli Mustafa, yoldaşı Torlak Kemal ve Serez çarşısında asılan    şeyhleri büyük düşünür Bedrettin başta olmak üzere kardeşçe ortaklaşmacı ve  dayanışmacı bir yaşam uğruna toprağa düşen Karaburun yiğitlerinin devrimci geleneğini  yaşatmak ve onun ihtilalci ruhunu kavgamıza taşımak boynumuzun borcudur. Çünkü  onlar da tıpkı çağımız devrimcileri gibi –kuşkusuz farklı bir zamanda ve farklı koşullarda-  en insanca ve en adil bir komün yaşamı uğuruna savaştılar; yani,
borkluce-mustafa
 “ Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip hep beraber,
hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yârin yanağından gayrı her şeyde
her yerde

hep beraber!
diyebilmek

için” …
savaştılar ve bu uğurda
“ on binler verdi sekiz binini..”
      (Nazım Hikmet – Şeyh Bedrettin Destanı’ndan)
  • Yemen ve bütün seferberlik türkülerini bizim kuşak ve önceki kuşaklar TRT radyolarından dinledik, yeri geldikçe söyledik. Ancak TRT radyolarında hiç söylenmeyen bir Yemen türküsünü onu inatla yaşatan halkımızdan ve onun en iyi evlatları devrimcilerden öğrendik:
Yemen yolu çamurdandır
Karavanam bakırdandır
Zenginimiz bedel verir
Askerimiz fakirdendir
Tarlalarda biter kamış
Uzar gider vermez yemiş
Şol yemende can verenler
Biri Memet biri Memiş…
  • Dadaloğlu’nun “ Hakkımızda devlet etmiş fermanı / Ferman padişahın, dağlar bizimdir.” dizelerini herkes bilir. Osmanlı, düzenli vergi ve asker alabilmek ve onları kontrol altında tutabilmek için yüzlerce yıl boyunca göçerleri yerleşik düzene sokmak için savaştı. Bu şiir, hiç kuşkusuz bu Avşar göçerlerinin, sürekli onlara saldıran Osmanlı kuvvetlerini bozguna uğratıldıklarında böylesi bir coşku ve özgüven sırasında- söylenmiştir.
Ne var ki yenik düştükleri ve yenilginin acısını en yoğun biçimde yüreklerinde hissettikleri kötü zamanlar da vardır ve bu acıyı dile getiren şiirler de söylemiştir Dadaloğlu. Bunlardan biri, bence bütün sınıflı sömürü toplumlarının ( Köleci toplumun, toprak köleliğine dayanan feodal ve ücret köleliğine dayanan kapitalist toplumların)  bir ortak ve temel niteliğini  çok çarpıcı biçimde dile getirmektedir: Bin kişiyi, bir haramzadeye kul etmek.
Ağlayı ağlayı Dadal’ım söyler,
Vefasız dünyada bu insan neyler,                                                                             
Bin yiğidi bir kötüye kul eyler,  
Ondan sonra yaşaması güç olur.
  • Bir örnek de Yunus’tan verelim:
Gitti beyler mürüvveti
Binmişler birer atı
Yedikleri yoksul eti
İçtikleri kan olusar.
  • İki de Atasözü :
 Çok mal haramsız, çok laf yalansız olmaz.
Biri yer, biri bakar; kıyamet ondan kopar.
    Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, “kıyamet dedikleri ha koptu, ha kopacak.”  Fakat ‘işçiden, halktan yana bir düzen’ kurulabilmesi için kıyametin kopmasına hazır olmak, bunun için ise geceyi gündüze katarak;
  • İşçi sınıfını ve emekçilere önderlik edecek devrim güçlerini en azgın fırtınalarda dahi ustaca yönetecek, bu güçlere kılavuzluk edecek devrimin amiral gemisini –proletaryanın devrimci partisini- inşa etmek,
  • Bu partinin devrimci programının fabrikalarda, iş yerlerinde, kent ve kır yoksulları arasında, ezilen halklar içinde, gençler arasında kökleşerek ete kemiğe bürünmesini sağlamak,
  • Hayatın ortaya çıkardığı bütün, öfke, tepki, direniş ve başkaldırıların her birine örgütlülük, bilinçlilik, derinlik ve yaygınlık kazandırarak birbirine bağlanmak ve tümünü devrimci bir sel yatağında toplamak
  • Ve eski yöntemlerle yönetmekte zorlanan ve iç savaşı göze alan burjuvaziyi yenilgiye uğratacak bir hazırlığı hızla tamamlamak için çalışmak gerekiyor.
Ekende ve biçende yer almadıkları halde yiyende ortak olan haramzadelerin egemenliğine son vermek; bin yiğidi bir kötüye kul köle edip yaşamı cehenneme çeviren bu zulüm çarkını parçalamak; yoksul eti yiyerek, kan içerek semiren iktidara çöreklenmiş aşağılık sömürücü, soyguncu ve hırsızlar çetesinden kurtulabilmek ve yaşanası bir özgürlük dünyası inşa ederek yârin yanağından gayri her şeyde hep beraber diyebilmek için devrimden, devrim yoluyla bütün kötülüklerin anası olan kahrolası burjuva özel mülkiyet düzenini yok etmekten başka kestirme bir çıkış yolu yok.
Bir devrimcinin inancı, bilinci ve yüreğinden; örgütü ve yoldaşlarından başka nesi vardır ki!.. Ancak bu sahip olmamız gerekenler sayesinde dünyayı değiştirecek olan işçi sınıfımıza, bu tarihsel misyonunu yerine getirirken en çok ihtiyaç duyduğu yardımı sağlayabiliriz.
20 Haziran 2016, Ören