İki Kısa Anektod

İKİ KISA ANEKDOT Komünist bir Kürt yoldaş; yürek burkan iki olay anlattı ki, bence mutlaka yazılıp kalıcı hale getirilmeli ve tüm vicdanlı insanlarla paylaşılmalı: -1- İsviçre’ye kaçan ve iltica talebinde bulunan bir Kürt avukata, İsviçreli yargıç şu soruyu sormuş:   — Yetişkin, eğitimli, aklı başında bir insansın; üstelik avukatsın. Niçin memleketini terk ettin ve neden iltica etmek istiyorsun? –Niçin mi iltica etmek istiyorum Sayın Yargıç? Eğer iltica talebimi reddetmez de kabul edersiniz, uzun yıllardır ilk defa bu gece huzur içinde, korkusuz bir uyku uyuyacağım. Gece yarısı alıp götürülme, işkence veya öldürülüp yol kenarına veya kireç kuyularına atılma korkusu olmadan… -2- Evini, memleketini, köyünü terk edip İstanbul’a…


Dayanışmaya, Bilime, Sanata, Örgütlenmeye…

DAYANIŞMAYA, BİLİME, SANATA, ÖRGÜTLENMEYE…                                                                                                              Yusuf  ERDEM Taner  Timur hoca; son OHAL kararnamesiyle öğrencileri ve kürsüleri ellerinden alınan, işten atılarak açlığa mahkûm edilmek istenen bilim insanlarımız ve görevine son verilen  –çoğu EĞİTİM-SEN üyesi-  binlerce öğretmen arkadaşımız için duygularını ortaya koyan kısa gönderisini şu tümceyle bitiriyordu: “Eminim ki son günlerde görevine son verilen değerli bilim adamları, 12 Mart ve 12 Eylül’den sonra olduğu gibi, onurlarıyla, başları dik olarak yuvaya tekrar dönecekler…” Eski bir 1402’lik bir hoca olarak ben de öyle düşünüyorum. TÖS, TÖB-DER mücadele geleneğini içten yaşamış bir öğretmen, 12 Eylül’ün kıyımına uğramış bir 1402’lik olarak öfkem ve tepkim büyük. Ne var ki bu öfke ve…


TALİP AMCAMIN ANISINA, ÖZLEMLE…

TALİP AMCAMIN ANISINA, ÖZLEMLE… Evimiz her zaman kalabalıktı. Aslında üç kişilik bir aileydik ama üçümüzün yalnız olduğu çocukluk anım yok gibidir. Babamın dostları, arkadaşları ve yoldaşlarıyla geçerdi tüm zamanımız. Misafir deyince aklınıza şimdiki gibi, anlamsız hazırlıkların yapıldığı, yapmacık gösterişli enstantanelerle süslenmiş misafirlikler gelmesin. Gelişleri ev halkından birinin işten eve dönüşü gibi karşılanırdı. Hepsi amcamdı, teyzemdi, ablamdı, abimdi. Yıllar sonra bile hâlâ anlamsız bulduğum kan bağı hissini o günlerde kaybetmiş olmalıyım. Kırklı yaşlarımı yaşadığım şu günlerde kan bağım olan bir çok insanın adını bile bilmeyişim, birine yakınım diyebilmek için o içtenliği, samimiyeti arayışım o günlerin mirasıdır sanırım. Bütün gün yaptığım haylazlıklardan sonra erkenden uyuyup kalırdım akşamları.…


BİLDİRİ : UYARIYORUZ !

UYARIYORUZ ! BİZLER emek, demokrasi, temel hak ve özgürlükleri, halklar arasında barışı savunan; ülkemizin içine itildiği durumdan acı duyan, işe, aşa, özgürlük ve barışa hasret emekçiler ve sorumlu yurttaşlar olarak; SİZLERİ SUÇLUYOR, UYARIYORUZ! OHAL’inizi ve bu hallerinizi REDDEDİYORUZ! Susmayı ve susturulmayı reddediyoruz: Bizleri susturamayacaksınız, başarısız darbeyi “Allah’ın bir lütfu” olarak nitelediniz ve beş gün sonra OHAL’le başarılı bir darbe yaptınız. 12 Eylül’ün faşist ruhunu geri getirdiniz; emek, demokrasi, özgürlük ve barış güçlerine karşı topyekun bir savaş başlattınız. Ve Demokratların, emekçilerin, Alevilerin, ezilen halkların gazetelerini, televizyonlarını, radyolarını kapattınız. Yüzden fazla mesleğinin yüz akı gazeteciyi zindanlara attınız. Böylece bizleri susturabileceğinizi sanıyorsunuz. Gerçeklerden korkuyorsunuz; yalanlarınızı, talanlarınızı açığa vuran,…


VEDAT TÜRKALİ’Yİ UĞURLARKEN

VEDAT TÜRKALİ’Yİ UĞURLARKEN Gecikmiş bir uğurlama yazısı: İşçi sınıfı, en fedekâr, en yaratıcı, en inançlı ve en üretken oğullarından birini kaybetti. Komünist mücadele, son nefesine kadar komünist inanç ve coşkuyu kaybetmeyen asırlık bir çınarını kaybetti. Son ana kadar komünist bilincini, kavgasını ve üretkenliğini koruyan Vedat Türkali;  sonunda  “Elveda dünya ve Merhaba kâinat!” dedi. Büyük romancıydı, şairdi, unutulmaz senaryoları yazan önemli bir sinemacıydı ve bir asra yaklaşan tüm ömrü boyunca hep zalimlerin karşısında, mazlumların yanında cesurca savaşan bir enternasyonalist, örgütlü devrimci bir aydındı. Hapisle, sansürle, işsizlikle ve açlıkla direncini kırmaya çalıştılar, sökmedi Ve hiç kuşkusuz aldığı her nefeste, attığı her adımda, yazdığı her satırda kendini işçi…


Okur-Yazar Olmak

OKUR-YAZAR OLMAK Nisa Leyla, genç bir şair arkadaş. Bir iletisinde kitap okumanın önemini vurguluyor ve herkese bol bol kitap okumalarını  öğütlüyor ve yazısına  Ray Bradbury’nin  “Kİtapları yakmaktan daha kötü suçlar vardır bunlardan biri okumamaktır.”  sözüyle başlıyordu. Çok önemsediğim bu konuya ilişkin iki kısa yorum da ben kaleme aldım.  Başka dostlara da uluşması beklentisiyle bu yorumları ayrıca yayımlamak doğru olur diye düşündüm: *** Okumuyorsa bir insanın okuma yazma biliyor, gözlerinin görüyor olması ne anlam taşır ki! Aristo: “Okuyanlarla okumayanlar sırasındaki fark, ölülerle diriler arasındaki fark kadardır.” diyor. Yaşanması bir dünya kurabilmek için bugünün dünyasını doğru anlamak, bunun için de bol bol okumak gerekiyor. *** Bence yoğun…


Ben Hayatta En Çok Çocukları Sevdim

BEN HAYATTA EN ÇOK ÇOCUKLARI SEVDİM Hani Can Yücel, “Hayatta en çok babamı sevdim.”                                                                   der ya bir şiirinde;                                                                                                            …


BİR İŞÇİNİN HEKİME ÇEKTİĞİ SÖYLEV

BİR İŞÇİNİN HEKİME ÇEKTİĞİ SÖYLEV Biliriz nedir bizi hasta eden! Söylenir bizi senin iyileştireceğin hastalandığımız zaman. Diyorlar ki, sen, tam on yılda öğrenmişsin hastaları iyi etmesini halkın parasıyla yapılan güzel okullarda. Dünyanın parasını dökmüşsün olmak için bilgi sahibi. Senin elinde öyleyse iyileştirmek bizi. Ne dersin, elinde mi? Seni gelince görmeye, çıkartıyorlar üstümüzdekileri, zor değil hastalığımızın nedenini anlamak, şöyle bir bak üstümüze başımıza, o saat öğrenirsin her şeyi. Çünkü elbiselerimizi yıpratan neyse, odur vücudumuzu da yıpratan. Rutubetten, diyorsun, vücudunuzdaki ağrı. Duvarlarımızdaki leke de ondan. Söyle öyleyse bize: Rutubet nerden? Ezdi bitirdi bizi çok çalışmak, az yemek. Sense öğüt verirsin, dersin, kanlı canlı olun! Suda büyüyen kamışa…


Kıyamet Dedikleri

Dilbilimci Doğan Aksan hocam, bir kitabında anımsayabildiğim kadarıyla; “Hiçbir yazılı kaynağa başvurmadan bir toplumun yalnızca halk türkülerini inceleyerek o toplumun eksiksiz bir sosyal tarihini yazabilirsiniz.” demekteydi.  Bu seçkin bilim insanının bu sözleri, benim de çalışmalarım sırasında ulaştığım bu düşünceyi zihnimde daha bir netleştirip kesinleştirmişti. Elbette ki o araştırmayı yapan, tarihi yazan kişinin nerede durduğu, olgulara hangi sınıfın gözüyle baktığı ve hangi metodolojiyi kullandığı belirleyici önemdedir. Çünkü egemenlerin yazdığı/yazdırdığı resmi tarih bir kurmacadır; sömürüyü ve sınıflar arasındaki uçurumu gizlemeye çalışan, mücadelelerin sınıf özünü çarpıtan ideolojik bir silahtır. Daha ötesi egemen sınıfın kültürü, o toplumda egemen kültürdür. Ve egemen sınıf elinde tuttuğu devletin zor ve şiddet aygıtı ile en…


Nisan 2016 Sabah Yürüyüşü’nden…

11 Nisan 2016 sabahı. Yağmurlu bir gecenin alabildiğine güneşli güzel bir sabahı. Ve dünya, ve İstanbul, ve yaşamak; karanlık düşünceli zorba yöneticilere, her güzelliği kâr uğruna mahvetmeye çalışan kapitalizme -ve tabii beni alt etmeye çalışan kanser ve kalp yetmezliğine- inat, hâlâ güzel. Ve o yüzden biz, yaşamı, doğayı ve insanları bu kadar çok seviyoruz; ve elbette doğayla uyum içinde ve iç içe yaşayacağımız, paranın beş para etmediği, kapitalizmin vahşi sömürüsünün ve egemen burjuvazinin her türlü baskı ve zulmünün yok edildiği bir özgürlük dünyasını işçi sınıfı ve emekçilerin, kadınlarımızın, gençlerimizin ve mazlum halkların namuslu elleriyle kurmak için savaşıyoruz, Deli eder insanı bu dühya / Bu bahar…