AKP’nin on üç yıllık iktidarı 2011 seçimiyle birlikte bir gerileme dönemine girmişti. Gerileme 2015 Haziran seçiminde hızlanarak görünür hale geldi. Öyle ki, toplumda AKP’nin bir daha tek başına iktidar olamayacağı, hatta bölünmeden yoluna devam edemeyeceği kanısı güçlendi. 2015 Haziran seçiminden beş ay sonra yenilenen seçimde bu beklentiyi altüst eden bir sonuç ortaya çıktı. AKP, Haziranda kaybettiği oranda bir oyu kazanarak yeniden tek başına hükümet kurma olanağını elde etti. Böylece AKP T.C. tarihinde dört kez üst üste seçimi kazanarak bir ilki de gerçekleştirdi. Bütün tahminleri altüst eden bu sonucun nasıl ortaya çıktığını anlayabilmek için 2015 Haziranı ile Kasımı arasında neler olup bittiğine bir göz atmak gerekiyor.…
TÜRKÜLERİMİZ GECEYE KARIŞIP KAYBOLMASIN Yusuf Erdem Sevgili Gülten AKIN abla, ünlü “İLKYAZ “ şiirine şu dizelerle başlar: “ İLKYAZ Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı Bakıp kapatıyorlar Geceye giriyor türküler ve ince şeyler ………………………………” Yönetenlerin eski araç ve yöntemlerle (baskı, sömürü, zulüm; inkâr, şiddet, imha) yönetemediği; ezilenlerin bir yandan onuru, dili, kültürü, özgürlüğü; bir yandan inancını özgürce yaşayabilme arzusu ve hakkı; öte yandan emeği, ekmeği uğruna; barış, demokrasi, özgürlük uğruna direndiği; yani eskisi gibi yönetilmeyi reddettiği; haklar, özgürlükler ve temelde sınıflar mücadelesinin bir hayli sert geçtiği böylesi bir…
Dünya Emekçi Kadınlar Günü Yusuf ERDEM Bu gün 8 Mart 2014 Cumartesi günü. Bugün Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün 104. yıl dönümü. Tüm emekçi kadınların 8 Mart’ını en coşkulu birlik, mücadele ve dayanışma duygularımızla kutluyoruz. Elbette ki öncelikle ve özellikle ; * Kimliği, dili, kültürü, onuru için; tüm Ortadoğu halklarıyla eşitlik içinde özgürce ve kardeşçe yaşamak büyük bir cesaretle en önde savaşan, bu yolda 40 binden fazla oğlunu ve kızını kurban veren bu 8 Mart’ta da kent meydanlarını doldurarak oraları rengarenk yerel giysileriyle çiçek bahçesine çeviren ve inanılmaz devrimci coşkularıyla inleten Kürt kadınlarının 8 Mart Kadınlar Gününü, * Paris’te karanlık ve “nizami” bir devlet katliamı ile öldürülen devrimci Kürt…
“Bu dünyada bir nesneye Yanar içim, göynür [i] özüm Yiğit iken ölenlere Gök ekini biçmiş gibi.” Ne zaman vakitsiz bir ölümle, genç bir insanın ölümüyle yüz yüze gelsem yüreğime derin bir acı çöreklenir ve Yunus’un bu dörtlüğünü anımsarım. Henüz başağa durmamış taptaze, yemyeşil ekini tırpanla biçmek gibi… Suruç’ta biçilen taptaze filizler ise, bir değil, beş değil tam 31 gencecik fidan. Onlar için söylenecek en uygun dizeleri ise -bu dizelere bir ‘ki’ bağlacı eklemem hoş görülsün- Aziz Nesin’den almak istiyorum: “öyle bir ölsem öyle bir ölsem ki çocuklar size hiç ölüm kalmasa.” Ve en yürek kavuranı ise bir Kürt ananın sözleri: “ Keşke o bomba bizim…
Bu günlerde emperyalist burjuvazinin ve burjuva ideolojisinin gözde “kâhini” George Friedman’in “Gelecek 10 Yıl” adlı kitabını gözden geçiriyorum. Eserin 22. sayfasında çok açık sözlü müthiş bir itirafla karşılaştım. Paylaşmak istediğim bu itirafta, kadim Roma İmparatorluğu’ndan Britanya (İngiliz) İmparatorluğu’na ve günümüzün ABD’sine kadar emperyal taktiğin özünün hiç değişmediğini görüyoruz: Böl, parçala, birbirine düşür ve yönet! Friedman, söz konusu paragrafta şunu söylüyor: “Amerikan politikası kaçınılmaz olarak önümüzdeki on yıl boyunca Eski Roma ve yüz yıl öncesinin Britanya’sından öğrendiği dengeli, evrensel stratejiye dönmek zorunda. Bu eski kafalı emperyalistler sadece kaba güçle hüküm sürmediler. Bunun yerine hakîmiyetlerini korumak için bölge güçlerini birbirlerine düşürdüler ve onları da karşı koyabilecek başka…
Yıl başlarında fizik ötesi güçlerden dilekte bulunmak, gerçekliğin toprağında filizlenmeyen içi boş hayaller ve beklentilerle avunmak biz devrimcilere göre değildir. Bizler sunu çok iyi biliriz ki; – bizim somut gerçekliğin toprağında yeşeren dileklerimizi, düşlerimizi, göğün fethine çıkmayı göze alan cesur hayallerimizi gerçeğe dönüştürmek; sadece ve sadece bize, bizim örgütlü ve kararlı mücadelemize bağlıdır. 2015 yılında gündüzleri insanın insanı sömüremediği, geceleri aç yatılmayan, güçlünün değil, haklının ve halkın egemen olduğu, tüm insanlarımızın “bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” yaşayabildiği… bir ülke, bir Ortadoğu ve bir dünyanın gerçeklik kazanması… her şeyden önce bize, söylediğimiz gibi bizim örgütlülüğümüze, hedeflerimizin netliğine, bu devrimci düşüncelerin…
İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı Etkinliklerimizden biri: Değerli devrimci kültür ve sanat insanımız Sayın İsmail Hardal ile birlikte 14 KASIM 2014 CUMA günü KINALIADA SALONU’ndaki panelde “Sanat-Estetik ve Politika Bütünlüğü” konusunu tartıştık. Toplumcu gerçekçi sanat kuramı üzerinde özellikle durduk. İzleyicilerin soruları ve katkılarıyla zenginleştirdikleri panel ilgiyle izlendi. Konuşmacılar: Yusuf Erdem, İsmail Hardal ****** ( Sanata devrimci bakışımızı dile getirmek üzere yaptığım uzun konuşmadan bir soru-yanıtı ve bir bölümü paylaşmak istiyorum.) Bu karanlık, boğucu günlerde sanattan, estetikten söz etmek!… Bunun karşılığını Breht’ten esinlenerek bir soru-bir cevap biçiminde sunmak istiyorum: — Zor zamanlarda ve umutsuzluğu koyulaştıran karanlık günlerde de türküler söylemek gerekir mi? — Hem de nasıl? Asıl karanlık günlerde…
Beni aç bırak evsiz urbasız bırak Beni sensiz bırakma -Metin Eloğlu – Birkaç yıldır senenin dört beş ayını Ören(Burhaniye)’de geçiriyoruz. Yıllardır yüz yüze görüşemediğimiz eski bir dostum, telefon edip beni görmek için Ören’e geldiğini söyledi. Çok sevindim elbette, heyecanlandım; çarçabuk beni çağırdığı çay bahçesine gittim. Sarıldık birbirimize, dile kolay yarım asırlık dostluk ve yıllarca süren yoldaşlık. Bir süre o çay bahçesinde, daha sonra bizim evin balkonunda uzun uzun söyleştik. Arkadaşlarımızdan söz ettik, öğrencilik günlerimizi, aktif devrimci mücadele dönemlerimizi andık; sağlık sorunlarımızdan söz ettik. Emeklilik günlerini nasıl geçirdiğini, neler yaptığını sordum. O da benim gibi Ege’nin bir kıyı kasabasına yerleşmiş, oraya yerleşen çok sayıda eski tanıdığı…
Tam 35 yıl önce faşist kurşunlara kurban verdiğimiz ve öfkeli, kararlı on binlerce işçinin, öğretmen arkadaşının, gencin omuzlarında yıldızlara uğurladığımız TALİP ÖZTÜRK’ü bugün ( 16 Kasım 2014 Pazar) saat 13.00’te mezarı başında andık. Saat 15.00’te de özellikle yeğeni sevgili Akın Öztürk’ün sözlü tarih çalışmaları ve derlediği belgelerden yararlanarak yoğun bir emekle hazırladığı belgeseli TÖB-DER Şube başkanlığını yaptığı, şimdi tiyatro olan salonda izledik, Gencimiz, yaşlımız karmaşık duygular yaşadık, gözyaşı döktük ve Talip’in uğruna can verdiği Devrim davasını, bu yarım kalmış türküsünü tamamlamaya, zafere ulaştırmaya söz verdik. Talip’in arkadaşı olarak lütfedip bana da söz verdiler. Onun mezarı başında kısaca şunları söyledim: Talip Öztürk bizim yoksul evimizin aziz…
Hep ağır bir hüznü taşıdım omuzlarımda. Hep acı çektim, hep acı çektim, ve hep sakladım, hep saklandım; Kan yuttum, kızılcık şerbeti içtim, dedim meraklılara. Öyle bir an geldi ki, söylemesem olmazdı, Artık gün ışığına çıkmasam olmazdı, Çektiğim acıları, öfkemi ve özlemlerimi Çırılçıplak haykırmasam olmazdı. En sonunda Yunus’leyin çözüldü dilim, Bendi yıkıldı coşkun gönlümün, Gürül gürül akmaya başladı birikenler Sözcükler kanatlandı sürüler halinde ak kâğıt üstüne konuverdiler kimi zaman tıpkı telefon tellerine dizilen kırlangıçlar gibi Bi soluk dinlenip oracıkta Sonra havalanıp başka gönüllere, ve başka yüreklere uçtular. Ve birden nazlı ince bir yağmur başladı, Ve bir ebem kuşağı uzandı Körfez’den …