Berkin’in Ardından

Ne zaman vakitsiz bir ölüm haberini alsam, ne zaman genç bir fidana kıyıldığını duysam, hep Yunus’un şu dörtlüğü dilimin ucuna gelir ve yüreğimi yakıp kavurur: “ Şu dünyada bir nesneye / Yanar içim göynür özüm / Yiğit iken ölenlere / Gök ekini biçmiş gibi.” Dörtlükte geçen “göynümek-göynükmek” sözcüğü;  Anadolu’da hâlâ kullanılan ve ‘dayanılmaz bir acının bir yumruk olup insanın  boğazına oturması, bağıra bağıra ağlamak isteyip de  bir türlü ağlayamamak’ anlamına geliyor. Genç bir insanın ölümünü, henüz başağa durmak üzere olan yeşil buğdayların biçilmesine benzetiyor Yunus! Oysa hastaneye kaldırılışının 269.  (11 Mart 2014) gününde kaybettiğimiz Berkin, henüz 13 yaşındayken henüz başağa bile durmamış taze, körpe bir…


8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

Bu gün 8 Mart 2014 Cumartesi günü. Bugün Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün 104. yıl dönümü. Tüm emekçi kadınların 8 Mart’ını en coşkulu birlik, mücadele ve dayanışma duygularımızla kutluyoruz. Elbette ki öncelikle ve özellikle ; * Kimliği, dili, kültürü, onuru için; tüm Ortadoğu halklarıyla eşitlik içinde özgürce ve kardeşçe birlikte yaşamak büyük bir cesaretle en önde savaşan, bu yolda 40 binden fazla oğlunu ve kızını kurban veren, bu 8 Mart’ta da kent meydanlarını doldurarak oraları rengârenk yerel giysileriyle çiçek bahçesine çeviren ve inanılmaz devrimci coşkularıyla ortalığı inleten Kürt kadınlarının 8 Mart Kadınlar Gününü, * Paris’te karanlık ve “nizami” bir devlet katliamı ile öldürülen devrimci Kürt kadınları…


Türküler Geceye Karışıp Kaybolmasın

Sevgili Gülten AKIN abla, ünlü “İLKYAZ “ şiirine şu dizelerle başlar: “İLKYAZ Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı Bakıp kapatıyorlar Geceye giriyor türküler ve ince şeyler …” Yönetenlerin eski araç ve yöntemlerle (baskı, sömürü, zulüm; inkâr, şiddet, imha) yönetemediği; ezilenlerin bir yandan onuru, dili, kültürü, özgürlüğü; bir yandan inancını özgürce yaşayabilme; öte yandan emeği, ekmeği uğruna; barış, demokrasi, özgürlük uğruna direndiği; yani eskisi gibi yönetilmeyi reddettiği; haklar, özgürlükler ve temelde sınıflar mücadelesinin bir hayli sert geçtiği böylesi bir dönemde şiirden söz etmenin çok “naif” bir tutum olduğunu düşünebilirsiniz. Öyle…


Altmış Yaş Şiiri

  Ankara’da her nisan kırkikindi yağmurlarıgüneşin ta içinden yağardı; Güneşin ta içinden geçip benim yüreğime yağardı Ve bozkkırın o canım parlak güneşi her sabah içime doğardı. Tarihte yıldızların parladığı zamanlardı ve 1968 devrim fırtınası esmekteydi her kıtada Ve ben on sekizinde kanı deli deli akan acar bir delikanlı ki Kökleri ta derinlerinde tarihin ve Anadolu toprağının Ayakları yerde, başı yıldızlarda Gözleri gelegeğin güneşli günlerinde Geleceğin eşitlik ve kardeşlik Geleceğin bolluk ve özgürlük dünyasında… Yiğit, adanmış, tepeden tırnağa coşkudan ibaret Her uzvu umutla, inançla yoğrulmuş Tarihin nabzı nabızlarında atmakta Genç bir savaşçı ki On binlerce genç savaşçıdan yalnızca biri…   Bu delikanlı şimdi tam altmış yaşında…


Tanrı Aşkına

Kalebentim bu Şehr-i Stanbul’da Yani ki kentte sürgünüm müebbet Bileklerimde, ayaklarımda,boynumda paslı görünmez zincirler… Cok fazla beton grisi, Bir hayli yanık kiremit kırmızısı kaldırımlarda Ve payıma düşen çokça sorumluluk ve görev Ve güzelim insanlarımın payına düşen en acısından yoksulluk, en koyusundan sefalet Tanrı aşkına bana bana biraz yeşil, Birazcık papatya sarısı ve yanında iki sap gelincik kırmızısı Birkaç nefes kekik yüklü rüzgar Bir avuç da kayanın yarığından fışkıran kaynak suyu ve yağmur sonrası bostanda toprak kokusu Eğer isterseniz size istediğiniz kadar asfalt siyahı Ve yanında motor sesi, korna sesi, acı fren sesi,vinç gıcırtısı Ve istemediğiniz kadar insan, ki insanlığını unutmuş tarafından Bir de yığınlar arasında…


Defne Ormanı

Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri için felsefe yapıyorlardı, çünkü Ekmeklerini köleler veriyordu onlara; Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini Köle sahipleri veriyordu onlara. Ve yıkıldı gitti Likya. Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri İçin ekmek yapıyorlardı, çünkü Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara; Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri İçin ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini Felsefe veriyordu onlara. Ve yıkıldı gitti Likya. Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin Felsefesi. Ve sahipsiz felsefenin Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi. Ekmeğin sahipsiz felsefesini Felsefenin sahipsiz ekmeği. Ve yıkıldı gitti Likya. Hala yeşil bir defne ormanı altında. Melih Cevdet ANDAY


Yaz Yağmuru

Bir yaz yağmuru yağdı içime ezildi iri üzüm taneleri camlarımda gözleri kamaştı yapraklarımın Bir yaz yağmuru yağdı içime gümüş güvercinler uçtu damarlarımdan koştu yalnayak toprağım Bir yaz yağmuru yağdı içime tıramvayıma atladı bir kadın ak baldırları ıslak Bir yaz yağmuru yağdı içime içimdeki kederi serinletmeksizin Bir yaz yağmuru yağdı içime ansızın başladı dindi ansızın eski yerinde duruyor sıcaklık kör demiryolunda paslı kalın 4 Ağustos 1960 Nâzım Hikmet


Güz Çiçeklerinden Nazım’a Çelenk

Niçin öldün Nâzım? Ne yaparız şimdi biz şarkılarından yoksun? Nerde buluruz başka bir pınar ki onda bizi karşıladığın gülümseme olsun? Seninki gibi ateşle su karışık acıyla sevinç dolu, gerçeğe çağıran bakışı nerde bulalım? Kardeşim, öyle derin duygular, düşünceler yarattın ki bende, denizden esen acı rüzgâr kapacak olsa bunları bulut gibi, yaprak gibi sürüklenir, yaşarken seçtiğin ve ölümden sonra sana barınak olan oraya, uzak toprağa düşerler. Al sana bir demet Şili kasımpatlarından, al güney denizleri üstündeki ayın soğuk parlaklığını, halkların savaşını, kendi dövüşümü ve yurdumun kederli davullarının boğuk gürültüsünü kardeşim benim, dünyada nasıl yalnızım sensiz, çiçek açmış kiraz ağacının altınına benzeyen yüzüne hasret, benim için ekmek…


Korkuram

Yayan yapıldak düşerem yollara,  Çakır dikenler görürem korkmuram. Seyredirem ıssız biyabanları,  Yaban canlılar görürem, korkmuram. Kâh oluram denizlerde kayıkçı,  Dalgalı tufan görürem korkmuram. Kâh çıkarım sahile, her yanda Kalaba vahşiler görürem, korkmuram. Kâh sabaha dek vururam dağlara Yangınlı balkan görürem, korkmuram. Kâh inerem gölgeli ormanlara,  Yırtıcı hayvan görürem, kormuram. Bazen yönelip savanlara,  Bir sürü aslan görürem, korkmuram.Mezarlıklarda tuturam kâh mekân,  Orada hortlak görürem, korkmuram.         Menzil olur kâh bana viraneler,  Cin görürem, can görürem, korkmuram.  Bu kürre-i arzda ben, muhtasar,  Muhtelif elven görürem, korkmuram.  Yurt dışında da hatta gezip çok tuhaf insan görürem, korkmuram.  Lakin bu korkmazlıkla, doğrusu,  Arkadaş, vallahi, billahi, tillahi,  Nerde müselman görürsem, korkuram. Sebepsiz korkmuram, özü…


Yavaş Yavaş

Yavaş yavaş ölürler Alışkanlıklarına esir olanlar Her gün aynı yolları yürüyenler, Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler, Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyenler, Bir yabancı ile konuşmayanlar. Yavaş yavaş ölürler Heyecanlardan kaçınanlar, Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı görmek istemekten kaçınanlar. Yavaş yavaş ölürler Aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler, Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar, Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına çıkmamış olanlar. Yavaş yavaş ölürler Seyahat etmeyenler Yavaş yavaş ölürler Okumayanlar, müzik dinlemeyenler Vicdanlarında hoşgörü barındırmayanlar. Pablo NERUDA